seyyal taner • sarmaş dolaş
nevzat hastalanmıştı.
içinde bulunduğu vaziyeti başka bir kelimeyle izah edemiyordu. hastalanmıştı. günlerdir bir ateş topuna dönüşmüş kalbi cayır cayır yakıyordu onu. hani diyordu ya, nâzım;
seni böyle uzak,
seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
kafamın içinde duymak...
nevzat alper'i kafasının içinde duyuyordu işte. yanında olmasa bile aklındaydı. amansız bir hastalık olduğunu düşünüyordu. son karşılaşmalarının ardından ne zaman alper'i düşünse, görse ya da onu anımsatan bir şey fark etse delicesine çarpmaya başlayan kalbine lanetler ediyordu.lise çağlarında iken fark ettiği ve kilitleyip kalbinin ücra köşesine attığı duyguyu yeniden hissetmek istediği son şeydi. köprünün altından çok su akmıştı. o zamanlar, araları iyiyken bile bu nevzat'a imkânsız gelirken şimdi birbirlerini buldukları yerde boğazlayacak gibi bakan iki genç için bu korkunç bir durumdu.
dünkü son görüşmelerinden sonra nevzat alper'in o gün kendisine karşı olan garip davranışlarının sebebini evden çıktıktan yalnızca iki saat sonra anlamıştı.
arkadaşlarının yanına, hep buluştukları o eski yapıya gittiğinde hepsini başka bir köşede ağzı burnu dağılmış vaziyette bulmuştu. başta bunun bir tesadüf olduğunu düşünse de seçil'den sağcıların bunu bir süredir planladıklarını öğrenince doğruca gidip alper'in kapısına dayanmış, ülkücünün yakasına yapışmıştı. gün sonunda yine yumrukları birbirlerinin yüzünde patlayınca aralarında yalnızca birkaç saat süren bu garip yakınlık da son bulmuştu.
içine çektiği zehiri dışarı üflerken bunları düşünüyordu. sol elinin parmakları arasına bir sigara kıstırmış, boştaki eliyle de tahta masanın üzerindeki çay bardağını tutuyordu. kaşının üzerindeki yara sızım sızım sızlıyordu. o, alper'i yumruklarken ülkücünün eli de armut toplamamıştı tabi.
küçükken olduğu gibi şimdi duygularının esiri olmaya niyeti yoktu. düşüncelerini mesut'un sesi böldü.
"ulen nevzat, pazar günü geliyon mu?"
tebessüm etti. her yılbaşı mesut'un kahvehanede toplanılır, bir yılbaşı klasiği olarak dansöz seyredilir, tombala oynanır, yıl boyu kapısından alkol girmeyen işletmede o gece içilen içkinin haddi hesabı olmazdı. son üç yıldır her yılbaşı nevzat buranın daimi müdavimiydi. münevver hanım ve adnan bey zorla oğlanı eve çağırsalar da nevzat onları kırmamak için az biraz yemek yedikten sonra doğruca kahvenin yolunu tutardı.
"ooo ayıp ettin abim be! geleceğim tabi, yaz ismimi."
saçlarını jöle kutusuna batırıp çıkarmış gibi görünen adam keyifle gülümsedi. "helal, adanalı celal. yazdım ismini." dedi elindeki not defterindeki isimlerin altına birde nevzat'ı eklerken. o kalkıp başka masaya giderken manavın ardından alper belirdi. yüzü, nevzat'ın yüzünden bir tık daha kötü durumdaydı. çünkü nevzat hırsını alana dek karşı koymamış, son anda adnan bey onları ayırmadan hemen önce bir yumruk atabilmişti. gülümseyerek selam verdi kahvehanenin bünyesinde bulunan bahçedeki sandalyelerden birisini çekip oturmadan önce. nevzat'ı fark etmemişti henüz. kendisine laf atan fikret ile laklak ediyordu.
sokağın başından babaları belirdi. adnan bey ve selim bey yan yana hararetli hararetli bir konu hakkında konuşuyorlardı. kahvehaneye doğru geldiklerini fark edince nevzat sigarasını söndürerek izmariti yere attı ve ayağının ucuyla ezdi.
"nevzat! niye yere atıyon oğlum onu? biz süpürüyoz sonra!" pek çevre dostu olmayan hareketi mesut'un gözünden kaçmamıştı. nevzat'ın ismini duyunca alper'in de algıları açılmış, kara gözleri bahçenin diğer ucundaki nevzat'ı bulmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
resimdeki gözyaşları , bxb
Fanficson vapura yetişmek için yanından aceleci adımlarla geçen insanların aksine oldukça yavaş ilerliyordu. elinde can yücel'in bir şiir kitabı, sırtında yeşil parkası, boynuna astığı kırmızı atkısı ve ayağındaki postallarıyla onun devrimci bir genç oldu...