zeki müren • sevemez kimse seni
derisini bir bıçak gibi kesen soğuğa inat sokaklardaydı nevzat. bir elinde kırmızı boya kovası, bir elinde fırçayla sokak sokak geziyordu. tek başınaydı. arkadaşları duysa ona iyi bir fırça çekerlerdi. yalnızca ay ışığı ile aydınlanan mahallede temkinli adımlarla yürürken bir yandan da yazısız duvar arıyordu.
soğuk rüzgar, boş koynundan içeri dolarken içini donduran soğukla titredi. sokak lambaları yoktu bu mahallede. geceleri mahalleyi kirleten o yapay, çirkin turuncu ışıklar yoktu. sadece tüm doğallığıyla bir ay ışığı vardı çınaraltı'nın üzerinde. nevzat mahallesini seviyordu. doğup büyüdüğü, kaldırımlarında oturup kalktığı, bakkalından şekerler çaldığı, evlerinin camlarını kırdığı, yollarında dizlerini parçaladığı bu mahalle, nevzat'ın koskoca istanbul'da evinde hissettiği tek yerdi. kendisini bildi bileli bir yere ait olma duygusundan hoşlanmazdı ama buraya ait olduğunu bilmek, ona huzur veren yegane şeylerdendi.her bir köşesinde hatıraları olan bu mahalleden bir gün ayrılmak zorunda kalacağı düşüncesi bile canını sıkıyordu. bir insanın sıradan bir mahalleye bu derece bağlanması saçma geliyor olabilirdi evet ancak çınaraltı sıradan bir mahalle değildi. içindeki insanlarla, hayvanlarla, koca çınarla yani bünyesinde barındırdığı tüm canlılarla çatısı olmayan, kocaman bir evdi.
her şeyden önce nevzat bu mahalleye açmıştı gözlerini. dostluğu ve mutluluğu burada görmüştü. ilk kez burada aşık olmuştu. boğazı patlarcasına burada ağlamış, gülmekten karnına ağrılar girene dek bu mahallede yankılanmıştı kahkahaları. severdi çınaraltı'nın insanını. tanrı şahit, onlar da nevzat'ı severlerdi.
sami abi vardı mesela; tam mahallenin merkezindeki liseli gençlerin favori mekanı olan pastanesinde babacan tavrı ile pek çok kişiye kol kanat germişti. kalbinde bir gram kötülük yoktu. biraz hızlı sinirlenirdi ama parladığı gibi de aniden sönerdi.
bakkal mehmet vardı; nevzat'ın babasının kadim dostuydu. eski bir devrimciydi. nevzat'a çok iyiliği dokunmuştu. yalnızca ona değil, mahallede yediden yetmişe herkesin yüreğine dokunurdu. merhameti ile nam salmıştı yaşlı adam. parası olmayandan sattığı mal için para bile isteyemezdi.
kasap bahtiyar, görüşleri farklı olsa da berber recep, sık sık takıldığı kahvehanenin sahibi mesut ve nevzat'ın şüphesiz vakit geçirmekten en keyif aldığı esnaf; ergun plak. mahallenin hüznünün de neşesinin de nabzını tutan bu adamın ayhan ışık bıyığına ve renkli gömleklerine hastaydı. mahallede belki de ne anlatırsa anlatsın nevzat'ı yargılamayacak tek kişi olabilirdi. nevzat'ın yanağından bir makas alır, "boşver benim yakışıklı devrimcim be, bak sen çalan şarkıyı dinle!" diyerek onu müzikten oluşan bir aleme davet ederdi.böyle bir mahalleydi çınaraltı. herkesin birlikte güldüğü, birlikte hüzünlendiği birlik ve beraberliği iliklerine kadar hissettiren güvenli bir limandı.
postanenin olduğu sokağın sonundan sağa döndüğünde gözüne çarpan gıcır gıcır yeni boyanmış yeşil duvar ile birlikte keyifli bir gülümseme sardı dudaklarını. kovasını taş zemine bırakırken hafifçe geri çekildi ve duvara ne yazacağını düşündü.
birkaç gündür kendisini devrimci harekete vermişti. üniversitedeki, mahalledeki ve diğer ilçelerdeki toplanma mekanlarına gidiyor, her yerde birden bulunmaya çalışıyordu. hiçbir eylemden geri kalmak istemiyordu. az da olsa kafası dağılıyordu. geçici de olsa zihninin bir köşesindeki kara gözleri unutuyordu.
alper'in o sabahki itirafından sonra çok düşünmüştü. dile kolay altı yıl bir insan bu kalp ağrısıyla nasıl yaşayabilirdi? acaba kendisi olsa nasıl yaşardı? hak vermişti ona. yalan yok, sakladığı için kızmıştı başta ama başka ne yapabilirdi ki? aynı çaresizlik hissini kendisi de yaşamıştı. o, alper gibi duygularını bastırmayıp kalbinin kafesini açsa da bir zamanlar düştüğü o çukurdan nasıl çıkacağını kendisi de bilmiyordu. bu yüzden haklıydı ülkücü ve nevzat'ın onun aşkına saygı duymaktan başka seçeneği yoktu. bu devirde böyle bir aşk kabul görmezdi. özellikle alper'in çevresinde durum daha karışıktı. ailesi yedi kuşaktan ülkücüydü bir defa. nevzat, onun çevresinde solcu olan tek kişiydi. arkadaşları, yakınları, hepsi ülkücüydü. aynı durumda kendisi olsaydı ne yapacağını bilemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
resimdeki gözyaşları , bxb
Fanficson vapura yetişmek için yanından aceleci adımlarla geçen insanların aksine oldukça yavaş ilerliyordu. elinde can yücel'in bir şiir kitabı, sırtında yeşil parkası, boynuna astığı kırmızı atkısı ve ayağındaki postallarıyla onun devrimci bir genç oldu...