sezen aksu • tükeneceğiz
kara gözlerini odasının tavanına dikmiş, bir kolunu başının altına almış yatarken altındaki yatak sanki dikenlerle kaplıymış gibi sırtına battığından tek bir damla uyku girmemişti gözüne.
sinirliydi. sevdasına, solcuyu görünce deli gibi çarpan kalbine, daha yarım saat önce onun öpüşlerine teslim olan dudaklarına ama en çok kendisine sinirliydi. altı yıl önce lise bire giderken kendisine verdiği sözü tutamadığı, senelerdir içinde sır gibi sakladığı aşkını açığa çıkardığı için öfkeliydi.
söndürmeye uğraştığı ateş onu yakıp kavurduktan sonra küçük küçük kıvılcımlara dönüşmüşken yeniden harlanarak koskoca bir yangın olmuştu işte.
uzak durmalıydı en başından beri lakin yapamamıştı bu da onun ayıbıydı. solcunun yanında olmadığı her an, onu görmediği her dakika cehennem gibi geliyordu.
o, içinde büyütmüştü nevzat'ı sevdasıyla birlikte. aşkıyla sarıp sarmalamış, yüreğinin baş köşesine oturtmuştu. bir gün bile aklından geçirmemişti bu aşkı dillendirmeyi. nevzat yanında olduğu sürece onun hislerinin bir önemi yoktu.
yıllardır böyle gizlemişti duygularını işte. sevdasını nevzat görmesin, fark etmesin diye onu kendisinden uzaklaştırmaya çalışmış, o kehribarları görmeden geçirdiği her günü cenazesi gibi geçmişti.
arafta geçirdiği son beş yıl, alper'i dikenli bir yolda bayır aşağı yuvarlanmış gibi yaralamıştı. sonunda kalbinin kafesi açılmış ancak şimdi de içindeki esir güvercin bir türlü dışarı çıkamıyordu.nevzat gibi değildi o. olamazdı. dolu dolu yaşayamazdı duygularını, kalbinden geçeni diline vuramaz, kafesteki güvercini uçması için cesaretlendiremezdi. uzaktan uzaktan severdi. yanındayken bakmaya doyamayacak, elini uzatıp dokunmaya kıyamayacak kadar çok seviyordu solcuyu ve işte tam da bu yüzdendi korkusu.
onu incitirlerse, kırıp dökerlerse diyeydi. o, kendi kendine yanıp kül olmaya razıydı. solcusuna dokunan olmadığı sürece gıkı çıkmazdı.kendi zihnindeki düşünce selinde boğulurken güneşin doğduğunu, aralık perdesinden içeri giren sarı ışıkların yüzüne değmesiyle ancak fark edebildi.
uykusuz geçen bir gecenin daha sabahını bulmuştu.yattığı yerden kalktı ve çıktı odasından. buz gibiydi evin içi. kış bu yıl her zamankinden daha sert ve soğuk geçiyordu istanbul'da. üzerindeki sersemliği atmak için banyoya gitti ve musluğu açtı. parmaklarını ıslatan buz gibi soğuk suyla irkilse de o buz gibi suyu birkaç kez yüzüne çarptı ve aynada su damlaları süzülen yüzünü inceledi.
uzamış sakalları, kısacık saçları, kaşında ve dudağının kenarında solcunun yumruğunun süslediği iki yara izi ve torbalanmış göz altlarına yüzünü buruşturdu. evdeki herkes uyuduğundan parmak uçlarında sessizce yürüyerek askıdan siyah kabanını aldı ve sırtına geçirdi. hızlı adımlarla merdivenleri inip demir kapıyı ittirerek açtığında yüzüne vuran soğuk hava içini titretti. bilmiyordu nereye gideceğini ama dört duvar dar gelmişti işte. sessizdi mahalle. henüz insanların işe gitmesi için bile çok erkendi. ellerini kabanının cebine sıkıştırıp hızlı adımlarını yokuş yukarı çevirdi.
kafasını dağıtmak için çıktığı sokağın her köşesinde solcuyla bir anısı vardı. bu tepeye tırmanan yokuş yolu kaç kere inip çıkmışlardı onunla, sayamazdı. nevzat'ı kaç kez kovalamıştı bu yokuştan aşağı, kaç kez omuz omuza çıkmışlardı tepeye ve kaç gecenin sabahını burada bulmuşlardı, sayamazdı.
yüreğindeki ağrı hafiflemek yerine daha şiddetli bir sancıya dönüşünce boğazındaki yumruyu göndermek için yutkundu. kalbi eziliyor, sanki bir el boğazını sıkıyor gibiydi. kendisine olan kızgınlığı gittikçe artarken bir tarafı nevzat'ı öpüşünden hiç pişmanlık duymuyor, diğer yanı ise kendisini şimdi çıkmakta olduğu tepeden aşağı yuvarlama düşüncesine çok sıcak bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
resimdeki gözyaşları , bxb
Fanficson vapura yetişmek için yanından aceleci adımlarla geçen insanların aksine oldukça yavaş ilerliyordu. elinde can yücel'in bir şiir kitabı, sırtında yeşil parkası, boynuna astığı kırmızı atkısı ve ayağındaki postallarıyla onun devrimci bir genç oldu...