kara toprakta açar mezarlık gülleri.

242 18 144
                                    

erkin koray • mezarlık gülleri

mutluluğa ulaşmak için acı gerekli miydi? mutlu olunan her anın peşinden bir bedel ödemek gerekli miydi? tüm bu insanlar, yalnızca vatanı sevdikleri için bu kadar erken yaşta mı kavuşmalılardı kara toprağa? fiziksel ya da ruhsal, acı denilen kavram öyle keskindi ki, saatlerdir oradan oraya koşuşturan nevzat, bu acı duygusunu hâlâ sol yanının en derininde hissediyordu.
sol yanına binlerce bıçak saplamışlar gibi, sanki bir el boğazını sıkıyormuş gibiydi. gözleri yanıyordu ancak içindeki hırs, acısını bastırıyordu.

az önce gelmişti ölüm haberi. sırtından iki kurşunla vurulan arkadaşları, yoldaşları hastanede kaybetmişti hayatını. ne kadar alçakçaydı bir insanı sırtından vurmak. o hep arkadaş kurşunu ile ölmekten korkardı ancak sırtından kalleşçe vurulmak çok daha kötüydü. polisler değil, sağcılardan birisi ateşlemişti silahını. davut polislerle bir tartışmaya girince sağ görüşlülerden birisi vurmuş ve kaçmıştı. sonradan öğrendikleri bu detayın ardından serbest bırakmışlardı rehin aldıkları polisleri fakat işgali bitirmeye niyetleri yoktu. fakülte binasının girişinde bir grup öğrenci olarak çember şeklinde dizilmiş, oturuyorlardı. gün, akşama vardıkça hava da soğumaya başlamıştı.

belki de yüz elli - iki yüz kadar öğrenci vardı hukuk fakültesi önünde. bir kısmı kapının önünde, arabuluculuk yapmak için gelenlerle konuşuyor, bir kısmı ise kapı önündeki çembere karışmış, oturuyordu. cihan, seçil, halit, kadir ve figen birlikte çember şeklindeki insanlardan biraz daha uzaklardı. işgali başlatan konuşmayı yapan nevzat ve insanları örgütleyen kişiler olarak arkadaşları, diğerlerinden biraz daha farklı bir durumdalardı. kendilerine açılacak bir soruşturmanın ve belki de okuldan ihraç edileceklerinin de bilincinde dizilmişlerdi yan yana.

"bildiriyi okusanıza." kendilerine uzatılan ve rengi sarıya çalan kağıdı cihan aldı. o, bildiriye göz gezdirirken nevzat diğerlerinin yanından ayrılıp kapıya doğru ilerledi. yaklaşık on beş kişi demir kapının önünde durmuşlar, çocuklarını sormak ya da işgali bitirmek için gelenler ile konuşuyorlardı. güneş, kendisini aya bırakıp da gündüz geceye kavuşurken nevzat birkaç adım daha attı kapıya sol tarafında, kenarda uzun boylu birini fark edince gözlerini kısıp daha dikkatli baktı. gözüne tanıdık gelen bu vücut, kalbini hızlandırdı. haki yeşil parka giymiş ve kırmızı bir atkıyı burnu dahil kapatacak şekilde sarmıştı. siyah, fötr bir şapka takmıştı ancak nevzat onu kendi kehribarlarına değen kara gözlerinden tanıdı.

çatık kaşlar, solcuyu görünce gevşemiş ve alper sonunda rahat bir nefes alabilmişti. karaları heyecanla parladı. nevzat, çevresini kontol etti çaktırmadan ve kapının köşede kalan tarafına doğru adımladı. alper'in parmakları, gri demir kapının demirlerini kavrarken nevzat'ta tam onun elinin altına yerleştirdi ellerini.

"merhaba nevzat arkadaş, ali ben tanıdın mı?"

şüphe çekmemek adına biraz yüksek sesle kendisini tanıtan ülkücüye gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı nevzat. biraz daha kısık sesle konuştu.

"parka ve atkı yakışmış ali arkadaş." demirler üzerindeki ellerinin küçük teması bile kapının farklı taraflarında olan iki adamın yüreklerini titretse de ikisinin de buna odaklanacak hali yoktu. alper, üzerindeki parkaya yüzünü buruşturarak baktı.

"yüksel buldu." diye açıkladı. boynuna sardığı atkı ise nevzat'ın kendi atkısıydı. birkaç saniye solcunun esmer teninde gezindi bakışları. sonra da ağzındaki baklayı çıkardı. "ne zaman bitireceksiniz işgali?"

omuz silkti nevzat. "istediklerimizi alana kadar sürdüreceğiz." diye cevapladı. titrek bir nefes aldı ülkücü.

"solculardan birisi vurulmuş dediklerinde o kadar korktum ki," dedi. fısıldayarak konuşuyordu. o an yaşadığı korku, şimdi tamamen yüzüne yansımıştı.
"hastaneye kaldırılan çocuğun adını buraya geldikten çok sonra öğrenebildim. sabahtan beri buradayım."

resimdeki gözyaşları , bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin