cem karaca • sevdan beni
son bir haftadır her gün olduğu gibi o sabah da iyi bir uyku alamamış, kan ter içinde uyanmıştı nevzat. maruz kaldığı işkencenin rüyalarına kadar girmesinden nefret ediyordu. ensesinde bir ürperti hissetti. ellerini yüzüne kapatıp derin bir nefes aldı.
geçmiş gitmiş kötü bir gece, neden hâlâ rüyalarında yer ediniyordu? nevzat bir geceyi kafasına bu kadar takıyorken, yalnızca bir gecelik bir elektrik işkencesinden bu kadar etkileniyorken, içerdeki arkadaşları kim bilir ne hâldelerdi... ha birde bulmaları gereken bir hain vardı. günlerdir kafasını kurcalayan bir sorundu bu. ne annesi ne babası, nevzat'ın bir haftadır evden çıkmasını, arkadaşları ile buluştuğu köhne yapıya gitmesini istemiyorlardı. haksız da sayılmazlardı bu konuda. nevzat bunun bilincinde olduğu için alttan alıyordu her söylediklerini. ancak bugün gitmesi şarttı. gitmeli, yoldaşlarını görmeli ve o ortalarda yokken neler olduğunu öğrenmeliydi. gerçi seçil sağ olsun her gün gelip odada fısır fısır o gün olanları anlatıyordu ancak yine de çok detaylı konuşamıyorlardı. bu yüzden nevzat bugün arkadaşlarının yanına gitmekte kararlıydı. yataktan kalktı ve belinden kaymış pijamasını düzeltti. üzerini değiştirmeden mavi çizgili pijama takımlarıyla yüzünü yıkadı. daha sonra içeri geçti. annesi ve babasının seslerini duyduğu salon kapısında durdu.ev küçük olduğundan anne ve babası salonda, koltuklarda yatıyorlardı bir süredir. nevzat onlara yatağını vermek konusunda ısrarcı olsa da bu ısrarı kabul görmemişti. kendileri ankara'ya taşınmaya karar verdiklerinde o büyük aile evlerini satmışlar, nevzat'a yine mahalleden ona yetecek kadar bir ev almışlardı. serap hanım tam bir haftadır evin ne kadar havasız ve pis olduğundan bahsederken buzdolabında yiyecek içecekten fazla içki şişesi görünce delirmiş, nevzat'ı da bir güzel fırçalamıştı.
oğullarını görünce hararetli hararetli konuştukları konuyu bir anda bırakan çift nevzat'ın dikkatinden kaçmamıştı. az çok tahmin ediyordu ne hakkında konuştuklarını. duymamış gibi yaptı. sormadı. "günaydın." dedi annesinin yanına otururken. serap hanım gülümsedi. "günaydın oğlum." babasından aldı geri dönüşü.
"kahvaltı hazır. biz babanla bir şeyler yedik sen kalkmadan. sen karnını doyur istersen."
omuz silkti nevzat. "çok mühim değil. bizimkilerin yanına gideceğim, onlar hazırlamışlardır bir şeyler."
anne babasının yüzündeki değişimi yakalamıştı nevzat. bir haftadır yapılmayan konuşma bugün yapılacaktı demek. "hangi arkadaşlar?" diye sordu selim bey.
"baba arkadaşlarım işte. solcu arkadaşlarım?"
annesi ve babasının birkaç saniyelik bakışmasının ardından serap hanım ellerinin arasına nevzat'ın ellerini aldı. boğazını temizlemek için hafif öksürdü.
"oğlum biz bundan sonra bu tür olaylara katılmanı istemiyoruz." dedi önce. bunun peşinden ne geleceğinin farkındaydı nevzat. "hatta bizimle birlikte ankara'ya dönmen taraftarıyız babanla. öğrenimini ankara üniversitesi'nde tamamlarsın. hatta abin-
"ne?"
annesinin sözlerini kesince serap hanım derin bir nefes aldı. nevzat annesinin elleri arasından çekti ellerini ve ayaklandı.
"ankara'ya falan dönmeyeceğim anne. ayrıca bunu benden nasıl isteyebilirsiniz? siz beni bu şekilde büyüttünüz. bunu ben yapmadım, siz beni böyle bir dünyaya getirdiniz, bu şekilde yetiştirdiniz. şimdi nasıl davamı bırakarak sizinle ankara'ya gelmemi bekleyebilirsiniz?"
nevzat'ın sinirli ve yüksek çıkan sesi, babasının da gerilmesine sebep olmuştu ancak selim bey bir şey belli etmeden tüm sakinliğiyle ayağa kalkarak nevzat'ın omzundan tuttu ve oturmasını sağlamaya çalıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
resimdeki gözyaşları , bxb
Fanficson vapura yetişmek için yanından aceleci adımlarla geçen insanların aksine oldukça yavaş ilerliyordu. elinde can yücel'in bir şiir kitabı, sırtında yeşil parkası, boynuna astığı kırmızı atkısı ve ayağındaki postallarıyla onun devrimci bir genç oldu...