Sil baştan
İçimde ukte kalan nice yaralarım var benim. Acısını yaşayamadığım yasını tutamadığım nice yarım kalmış hikayem var. Her gün ölüp ölüp diriliyorum. Çektiğim vicdan azabımın haddi hesabı yok. Anne babamın ölmesinden sorumlu olduğum için kendimden iğreniyorum. Gündüzleri iyi kötü günlerim geçiyor ama gece başımı o yastığa koyduğumda, Kendimle baş başa kaldığımda çektiğim azabı ben bilirim. İçim içim kan ağlıyor. Babamın küçükken 'sen yeter ki oku ben üzerimde ki ceketimi bile satarım.' diyerek bütün ömrünü okumam için harcadığı yılları bilirim. Annemin. Her gün telefonda 'memlekete gelince bizim de aile tablomuzu çiz odama asıcam'. Değişleri kulaklarımdan çıkmıyor.Sonra aniden Ablam geliyor aklıma, ya o, hiç bir suçu yokken benim yüzümden evinden olacak kadar neler geldi başına kim bilir. Eniştem yaşıyor mu onu bile bilmiyorum. Ablam ne durumda, nerde kiminle hiç bir bilgim yokken ondan gelecek tek güzel bir haber için saatlerce gözüm kapıda. Umut'un en son 'ablan yaşıyor' demesiyle kalmıştım. Başka hiç bir bilgi vermeden gitmek durumunda kalmıştı.
...
Ey yüreğimin dinmek bilmeyen kanayan yarası, ey gözlerimden yaş bırakmayan sevdiğim. Can parem. Her gün her an aklımdasın bir pıhtı gibi. Seni sevmeye düşünmeye bile hakkım yokken bir saniye çıkmıyorsun aklımdan.Bu nasıl bir özlem Bartu. Özlem denilen şeyin bu kadar ağır olduğunu yemin ederim bilmiyordum. Nefesimi kesiyor, ruhumu daraltıyor. Can yakan beden eriten bir hasretle özlüyorum seni. Her geçen gün sinsi bir hastalık gibi bedenimi sarıyor. Günden güne çöküyorum. Oysa bunların hiç birine hakkım yok. Kirlenmiş bedenim, duygularım ruhumun sana karşı hiç bir şey düşünmeye hakkı yok. Ve ben artık vazgeçiyorum bizden sevgilim. Sen senin yüreğin kadar temiz birine layıkken ben daha senin savaşını kazanmaya çalışamam buna hakkım yok sevdiğim. Buna ne hakkım var ne de gücüm. Her neredeysen mutlu ol...
Satırlara döktüğüm yazımı kenara bırakıp gözü yaşlı bir şekilde masadan kalkmıştım.Eskiden beri kendimi her kötü hissettiğimde yaptığım şeyi yapmıştım. Yazı yazmak. O kadar iyi geliyor du ki bana. Yargısızca, dinliyen tek şeydi kalem kağıt. Mutfağa gidip bir bardak çay aldım. Batmakta olan güneşin kızıl rengine dalıp Bartu'yu düşünmeye başladım. Uzunca bir süre dalmıştım. Beni bu dalgınlıktan uyandıran ise çalan kapı sesi olmuştu. Elimdeki çay bardağını sehpanın üzerine koyup kapıya doğru gittim. Umut'un olma ümidiyle kapıyı açmıştım. Fakat gelen Umut değil, Tuğba'ydı.
"Kız ne şaşırdın öyle, başkasını mı bekliyor dun?"
Hevesim kırılmıştı ablamla ilgili her şeyi çok merak ediyordum Umut bu akşam bana uğrayacaktı. Sabırsızlıkla onu bekliyordum.Yüzümdeki anlamsızca ifadeyi bozuk sesli bir sesle konuşmaya çalıştım.
"Yok canım kimi bekleyeceğim. Gel geç içeri."
"Dilruba sana çok güzel bir haberim var."
Diyerek salona geçmişti.
"Ay çay mi içiyordun? Bende istiyorum vallahi koştur koştur bugün mahfoldum."
"Tamam dur getiriyorum."
Tuğba'yla iyiden iyiye arkadaş olmuştuk, çokta alışmıştım doğrusu. İnce belli çay bardağını doldurup içeri geçtim. Bartu hakkında yazdığım yazıyı eline almış okuyurdu. Elim titremeye başladı. Çay bardağını masaya bıraktığım gibi elindeki kağıdı çektim.
"Tuğba ne yapıyorsun böyle!"
Dedim sert bir sesle.
"Dilruba,bak ben hepsini okudum. Neler oluyor anlat artık bana bak her ne gizliyorsan bana açık açık anlatabilirsin lütfen."
