Hayatınız bir anda çıkmaza girebilirdi ve siz bunun çok sonra farkında olurdunuz. Hatta bazen fark bile etmezdiniz.
Benim hayatım büyük bir çıkmazın içerisindeydi. Bundan birkaç hafta önce mutlu bir insandım. Çünkü yanımda ailem vardı. Çünkü o zamanlar hâlâ en büyük hayalimi gerçekleştirebileceğimi düşünüyordum.
En büyük hayalim başarılı bir müzisyen olmaktı. Başarılı bir müzisyen olmak ve dünyayı dolaşmak. Belki hâlâ dünyayı dolaşabilirdim ama artık asla müzisyen olamazdım. Sağ kolumu kaybetmiştim. Bu müzisyen olamayacağım anlamına geliyordu. Beni ben yapan şeyin artık olmayacağını gösteriyordu.
Hiçbir şeye yetişemiyordum. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Kendimi bir aptalmışım gibi hissediyordum. Böyle hissetmemem gerektiğinin farkındaydım ama engel de olamıyordum işte. Bütün hayatım, arkadaşlarım, hayallerim, ailem ellerimin arasından kayıp gitmiş gibi hissediyordum. Hiç kimse tarafından istenmiyordum. Benim bir müziğim vardı, şimdi o da gitmişti. Ben ne yapacaktım böyle?
Öğlen saatlerinde uyandığımda zihnime düşen ilk düşünceler maalesef ki bunlardı. Artık zihnim bile eksik olduğumu haykırıyordu.
Bugün anne ve babamın mezarına gitmek istiyordum. İlk defa. Bunu nasıl yapacaktım bilmiyordum ama bir şekilde yapacaktım.
Daha onların mezarına bile gidememiştim. Onlar defnedilirken yanlarında yoktum. Bana çok kırılmış olmalılardı. Onları sevmediğimi düşünmüş olabilirler miydi?
Kesinlikle gitmeliydim. Onları görmek zorundaydım. Anne ve babam benim her şeyimdi. Onları yalnız bırakamazdım. Onlar beni hiç yalnız bırakmamışlardı.
Anne ve babamın yatağından kalkıp aşağı indim. Başım gözlerimi kapatmama neden olacak kadar çok ağrıyordu. Tek elimle şakaklarımı ovuşturdum.
Kaç saattir uyuyordum? Dün olanlar aklıma geldiğinde bu sefer öfkelenmiştim. Bana bunu yaptıklarına inanamıyordum. Beril benim en yakın arkadaşımken bütün bunları yaparken hiç utanmamış mıydı? Peki ya Yağız? Onun beni gerçekten sevdiğini düşünürdüm. Şimdi hiçbirinin gerçek olmadığını anlıyordum.
İhanetleriyle yüzleşirken bir yandan da karnım gurulduyordu. Bu yüzden doğruca mutfağa girdim. Buzdolabında hiçbir şey olmadığını görünce tam sıkkın bir nefes verecektim ki aklıma dün yaptığım alışveriş geldi. Poşeti dün bıraktığım yerden alıp tekrar mutfağa geçtim.
Beni birkaç gün idare edecek kadar yiyecek almıştım. Aldıklarımı tek tek poşetten çıkarıp buzdolabına yerleştirdim. Sonra da kendime bir sandviç hazırlamıştım. Tabii tek elle oldukça zor olmuştu ama yavaş da yapmış olsam sonunda becerebilmiştim.
Sandviçi yerken evdeki ölüm sessizliği beni ürkütmüştü. Bu ev uzun zamandır bu kadar sessiz olmamıştı. Ya annemin kahkahaları doldururdu bu sessizliği ya da benim kemanımın sesi. Artık ikisi de yoktu.
Babam sessiz bir insandı. Annemin aksine pek konuşmayı sevmezdi ama konuştuğunda da herkes susup diyeceklerini beklerdi. Laf kalabalığından hoşlanmazdı. Sevgisini içinde yaşardı ama hepimiz anlardık bizi ne kadar çok sevdiğini. Tertemiz kalpli, çok iyi bir insandı benim babam. Şimdi her şey mazide kalmıştı.
Sessizlik vardı. Sadece büyük bir sessizlik. Daha fazla buna dayanamayarak elimdeki sandviçi hemen bitirdim ve kalkıp televizyonu açtım. Tek niyetim evde en azından bir ses olmasıydı.
Televizyonda bir haber vardı. Ama benim için asla sıradan bir haber değildi. Şimdiden televizyonu açtığıma pişman olmuştum.
Öylece salonun ortasında dikiliyordum. Haber, beni olduğum yere kenetlemeye yetmişti. Bizden bahsediyordu spiker. Ailemden ve kazadan.
Önce otobüsle yaptığımız kazadan bahsetti, sonra ise... Olamaz. 7 kişi hayatını kaybetmişti. O otobüste toplam 12 kişiydik ve şu an 5 kişi yaşıyorduk.
Ölen kişilerin fotoğrafları tek tek ekrana çıktığında yutkundum. Hepsini tanıyordum ve beraber gösteri yapmıştık. Şimdi yedisi de ölmüştü. Aileleri kim bilir ne hâldeydi?
Hayat daha fazlasını da yapamaz dediğim anda daha fazlasını yapıyordu. Bu, hayatın bana bir oyunu olmalıydı. Ben kötü bir insan değildim. En azından öyle düşünüyordum. Peki neden bütün kötü şeyler beni buluyordu? Ben bu kadar fazla acı çekecek kadar ne günah işlemiştim?
Herkes gidenleri konuşurdu. Peki geride kalanlar? Onlar ne yapacaktı? Ben ne yapacaktım?
Elimde düşmekte olan kumandayla hemen televizyonu kapatmak istedim ama yapamadım. Ellerim titriyordu. Spiker konuşmaya devam ediyordu.
Ellerim gibi dizlerim de titremeye başladığında daha fazla ayakta duramadım. Gözlerindeki yaşlar ne zaman akmaya başladı bilmiyordum. Hiçbir şeyin farkında değildim.
Dizlerimin üstüne sertçe düştüğümde saçlarım yüzümü kapatıyordu. Nasıl bu kadar rahat bahsedilebilirdi bundan? Bir kaza olmuştu ve insanlar ölmüştü. Ama ölen kişi, o insanın yakını değilse umurunda bile olmuyordu çünkü insanlar sadece kendilerini düşünüyordu.
Hıçkırarak ağlıyordum artık. Kendimi kaybetmiştim. Nasıl bu kadar bencillerdi? Başka bir habere geçtiklerinde gözlerim yavaşça televizyona döndü. Spiker kadın başka bir haberden söz ediyordu şimdi.
Bu kadar mıydı gerçekten? Bir tane kadın çıkacak ve iki dakika boyunca bunu konuşacaktı. Sonra ise acılı birkaç söz... Aslında kimse umursamayacaktı. O kadar hayat bitmiş, insanlar ailelerini kaybetmiş. Bir hayat sönmüş, bir insanın hayalleri çökmüş. Her şeyin karşılığı birkaç dakikaydı.
Kumandayı alıp televizyona fırlattığımda, televizyon birkaç kez sallandı ve sonra büyük bir gürültüyle yere düştü. Cam kırıkları vardı. Her yerde.
Nasıl olabilirdi ya, nasıl? Buna mı layıktık? Aklımdan bin bir türlü şey geçerken kendime hâkim olamıyordum. Zihnimden geçen düşünceler beynimi sulandırıyordu.
Salondaki yemek masasına yürüyüp üstündeki her şeyi yere serdim. Çiçek vazosu yere düşüp kırılmıştı. Bir anlık öfkeyle yaptığım şey kendimi daha fazla suçlu hissetmeme neden olmuştu.
O çiçekleri babam, anneme doğum günü hediyesi olarak almıştı. Annem en sevdiği çiçekler olan orkideyi görünce çok sevinmişti. Şimdi ise onlardan kalan bir hatırayı daha mahvetmiştim.
Gözlerim kırılan vazodan ayrılmazken büyük bir çığlık koptu dudaklarımdan. Hiçbir işe yaramayan bir aptaldım. Her şeyi mahvediyordum. Anne ve babam yaşıyor olsaydı onlar da beni bu hâlimle kabul etmezlerdi. Onlar da sevmezdi beni.
Sol elimle kafama vurmaya başladığımda yerimde sendeleyip yere düştüm. Ağlamaktan gözlerim acımaya başlamıştı. Koltuğun kenarında yere uzanıp cenin pozisyonu aldım.
Gözlerindeki yaşlar durmaksızın akmaya devam ederken çok büyük bir ses duydum. Ama o kadar kötü durumdaydım ki bu ses uğultu gibi gelmişti. Sanki beynimin bana bir oyunuydu.
Ama hemen sonra adım zikredilince bu sefer gerçek olduğunu düşünüyordum ama yine de başımı yerden kaldıracak gücüm yoktu.
Ağlamaktan başım ağrıyordu. Delirecek gibiydim. Birisinin yanıma geldiğini hissettim ama kim olduğunu bilmiyordum. Daha doğrusu kim olduğunu görememiştim. O kadar kötü durumdaydım ki evime bir yabancının belki de bir hırsızın girdiğini fark etmemiştim.
İçimi kaplayan korkuyla gözyaşlarım aniden durdu. Kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. Karşımdaki kişi bana doğru eğildi ve yüzüme dökülen saçları iteklemeye başladı.
Evime izinsiz giren kişiyi görebilmek için doğruldum. Saçlarım yüzümden çekilirken görüş açım açılmıştı. Ama gördüğüm kişiyi görmeyi kesinlikle beklemiyordum.
Aral, tam karşımda kibarca saçlarımı okşuyordu. Gerçekten onu beklemiyordum. Nasıl girmişti ki eve? Asıl soru evimin adresini nereden biliyordu?
“Sen...” diyecektim ki çatallı çıkan sesim yüzünden boğazımı temizlemem gerekmişti. Ama o “Şşş...” diyerek lafımı böldü. “Şimdi değil. Zamanı gelince her şeyi anlatacağım. Bana güven.” dedi yatıştırıcı sesiyle. Bunları söylerken o kadar yumuşak bir ses tonu kullanmıştı ki ona güvenmemek elde değildi. Nedendir bilmiyordum ama yine ve yine içimdeki o ses ona güvenebileceğimi fısıldıyordu.
Başımı belli belirsiz aşağı yukarı salladım. Soracağım bütün sorular boğazıma dizilmişti. Daha sonra sormak üzere aklımın bir köşesine yazdım.
“Yaralanmışsın,” dedi sesi fısıltıyla çıkarken. Bunu daha çok kendine söylüyor gibiydi. O söyleyene kadar yaralandığımı fark etmemiştim bile.
Gözleri, gözlerimin en içine bakıyordu. Öyle derin ve şefkatli bakıyordu ki kendimi güvende hissetmeme neden oluyordu. Daha önce hiç tanımadığım bu adama güvenmek ne kadar doğruydu?
Sol elimden tutup beni yavaşça kaldırdı. Dokunuşu o kadar nahifti ki sanki beni incitmekten korkuyordu. Bana değerli bir elmasmışım gibi bakması utanıp gözlerimi kaçırmama neden oldu. Oysa şu an utanmam gereken son andı ve korkmam gerekirken kendimi güvende hissediyordum. Böyle hissetmem çok yanlıştı çünkü onu tanımıyordum. O yabancıydı. Ama bu duyguya da engel olamıyordum.
Ona biraz daha yardımcı olmak için bende harekete geçtim ve yerimden kalktım. Gerçi ben kalkmaya uğraşmasaydım bile beni tek hareketiyle yerden kaldırabilecek güçteydi.
Salondaki dağınıklık ve kırılmış vazo gözüme çarptığında kendimi çok daha kötü hissetmiştim. Güçlü olmam gerekirken bu hâlim acınasıydı. Ama aynı gün anne ile babasını kaybeden ve kolunun kesildiğini öğrenen bir insan ne kadar normal olabilirdi ki? Olamazdı.
Salondan çıktığımızda “Banyo nerede?” diye sordu Aral. Durup yüzüne boş boş baktığımda cümlesine açıklama getirdi. “Yüzünü yıkamak için yani. Çok kötü görünüyorsun.” dedi. Sonra ise dediği şeyin farkına vararak tekrar cümlesini düzeltti. “Yani kötü görünmüyorsun. Çok güzelsin.” dedi bu sefer de. Sonra ise o boş boş bakmaya başladığında ben söze girdim.
“Kötü göründüğümün farkındayım. Lafı çevirmene gerek yok.” dedim içini rahatlatmak için. Bakışlarında bir anlam vardı ama okuması çok zordu. Duygularını çok iyi saklıyordu.
“Ayrıca banyoya da tek başıma gidebilirim. Merak etme.” dedim. Emin misin der gibi baktığında başımı hafifçe olumlu anlamda salladım ve banyonun yolunu tuttum. Bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum ama dönüp bakmadım.
Sarsak adımlarla üst kata çıkıp banyoya girdim. Aynadaki dağılmış hâlimle göz göze geldiğimde sertçe yutkundum. Gerçekten berbat gözüküyordum. Gözlerim kan çanağına dönmüştü. Saçlarım birbirine girmişti. Kendimi o kadar kötü hissediyordum ki bu görüntüm de cabasıydı.
Gözlerimi aynadaki hâlimden ayırıp musluğu açtım ve yüzüme birkaç kez su çarptım. Buz gibi suyun etkisiyle gözlerim yanmaya başlamıştı.
Yavaşça gözlerimi kırpıştırarak yanmanın geçmesini bekledim. Bir süre daha kendime süre tanıdıktan sonra banyodan çıktım.
Aral gitmiş olmalıydı çünkü aşağıdan hiç ses gelmiyordu. Bugün de hiç beklemediğim anda karşıma çıkmıştı. En kötü olduğum zaman. Hastanede de yanımdaydı. Bu adam kimdi ve nasıl oluyordu da en kötü zamanımda yanımda oluyordu?
Salona girdiğimde Aral’ın gittiğini düşünüyordum ama gitmemişti. Gözlerini bir fotoğrafa dikmiş, koltukta oturuyordu. Baktığı fotoğrafta annem, babam ve ben vardık. O zamanlar 5-6 yaşlarındaydım ve kameraya kocaman gülümsemiştim.
O an dün gibi aklımdaydı. Benim ısrarımla piknik yapmaya gitmiştik. Onlar da beni kıramamıştı. Yanımıza bir sürü yiyecek almıştık. Yemek yedikten sonra da ip atlamıştım. Beraber oyunlar oynamıştık. Hayatımın en mutlu günlerinden biriydi o gün.
Tekrar şu ana döndüğümde Aral hâlâ fotoğrafı izliyordu. Geldiğimi fark etmemişti. Burada olduğumu göstermek için hafifçe öksürdüm. Sonunda daldığı fotoğrafa bakmayı bırakıp başını bana çevirdi. Gözleri direkt gözlerimi bulduğunda bakışlarındaki anlamı çözmek yine fazlasıyla zordu.
“Hâlâ gitmemişsin.” dedim aramızdaki anlamsız bakışmayı sonlandırarak. Karşısındaki koltuğa oturduğumda etrafı topladığını fark ettim.
Yerdeki büyük cam kırıkları artık yoktu ama küçük olanlar hâlâ duruyordu. Düşen televizyon ise bir köşede duruyordu. Banyoda, o bütün bunları yapacak kadar çok kaldığımı fark etmemiştim.
“Gitmemi mi isterdin?” diye bir soru yöneltti beklemediğim şekilde. Gitmesini ister miydim? Lanet olsun ki bu sorunun cevabını bilmiyordum. Emin değildim. Çok tanımadığım bir insanın evime gelmesi pek mantıklı gelmiyordu ama aynı zamanda da o insana karşı anlamsız bir güven duygusu vardı içimde.
Sorusuna verecek cevabım olmadığı için es geçtim ve bende ona bir soru yönelttim. “Neden geldin ve evime neden izinsiz girdin?” Soruyu sorarken sesim fazlasıyla sitemkâr çıkmıştı.
“Geçen gün olanlardan sonra seni üzdüğümü ve saçma konuştuğumu fark ettim.” dedi ama hangi konudan bahsettiğini anlamamıştım. Anlamadığımı belli edince “Takip olayında,” diye açıkladı. “Bu konuda senden özür dilemeyeceğim çünkü orada sana zarar gelebilirdi. Bunu göze alamazdım.”
Söylediklerini anlamlandıramıyordum. Beni neden bu kadar önemsiyordu ki? Bu adam kesinlikle benden bir şeyler saklıyordu.
“O meseleyi çoktan unuttum.” dedim. Söylediklerimle kaşları havalanmıştı. Anlaşılan bu kadar çabuk unutacağımı tahmin etmemişti.
Gözlerini gözlerimden ayırıp kesik olan koluma çevirdiğinde bende istemsizce gözlerimi kaçırdım. Koluma bakmasını istemiyordum. Utanıyordum.
“Hiç pansuman yapmadın mı?” diye sordu. Bu sefer de kaşları çatılmıştı ve gözlerinde sitem vardı. Endişelenmiş miydi? Ama neden endişelensin ki?
“Unutmuşum. Çok da bir önemi yok zaten.” dedim umursamazca. Kaşları daha fazla çatıldığında bu hâliyle oldukça komik görünüyordu. Kızınca çok tatlı göründüğünü söylemiş miydim? Ah, şu an gerçekten saçmalıyordum.
“Nasıl önemi yok? Sırf bunları yaşadın diye kendini nasıl hiçe sayabilirsin Alina? Senden başka insanların acılar çekmediğini mi sanıyorsun? Sadece senin mi annen, baban öldü sanıyorsun? Bu dünyada acı çeken bir tek sen değilsin. Hepimiz birçok şey yaşadık. Hepimiz sınavlardan geçtik. Ama pes ettik mi? Hayır. Bazı şeylerin farkına var ve kendini suçlamaktan vazgeç artık.” dedi Aral bir anda sinirle.
Bu çıkışını beklemiyordum. Gözlerim dolmuştu, ağlamak üzereydim. Ağlamama sebep olan şey ise gerçeklerdi. Kahretsin ki doğru söylüyordu. Kendimi suçluyordum ama elimde değildi. Gözlerime dolan yaşlar bir bir akmaya başladı.
“Hepimiz zor şeyler yaşadık. Düştük ama kalktık da. Senin de güçlü olman lazım. Emin ol ailen hayatta olsaydı seni böyle görmek istemezlerdi.” dedi. Sesi artık biraz daha sakin çıkıyordu. Gözlerimden akan yaşları gördüğünde başımı hızlıca başka tarafa çevirdim. Ağladığımı görmesini istemiyordum.
“Özür dilerim, ağır konuştum.” dedi yanıma gelerek. Karşımda yere çöktüğünde yüzünün tam karşımda olduğunu hissedebiliyorum ama yüzüne bakamadım. Baş ve işaret parmağıyla nazikçe çenemden tutup yüzüne bakmamı sağladı. Göz göze geldiğimizde gözlerindeki ifadeyi bu kez okumama izin verdi: Pişmanlık ve şefkat.
Gözleri koyu kahveydi. Bakışları içten ve yalındı. Gözleri gözlerimin en derininde, her bir zerresindeydi.
“Doğru söylüyorsun ama elimde değil ki. Artık kimsem kalmadı. Herkes gitti. Ben yapayalnızım.” dedim titreyen sesimle, gözlerimi kaçırarak. Herkes beni bırakıp gitmişti. Ailem, müzik, en yakın arkadaşım, sevgilim... Hiçbiri yoktu artık.
“Ben varım.” dedi Aral. Bakışlarımı ona çevirdiğimde sanki içimde büyük bir fırtına koptu. İçimdeki o fırtınayı estiren Aral’dı. Nedensizce kalp atışlarım hızlanmıştı. Bu adamın bir cümlesiyle içimde âdeta fırtınaların kopmasına neden olmuştu. Bende böyle bir etkisi olacağını düşünmemiştim.
“Ben senin her zaman yanında olacağım. Herkes gidebilir ama ben senden gitmeyeceğim Alina.” dedi yumuşacık bir sesle. Gözlerini gözlerimden bir an bile ayırmıyordu.
“Kimsin sen?” diye sordum duyacağım cevaptan tereddüt ederek. Alacağım cevaptan korkuyordum. Bana bu kadar yakın davranması ve güven vermesi bir şeyleri sorgulamama neden oluyordu.
Gözlerini gözlerimden kaçırarak “Hadi sana pansuman yapalım. Daha sonra konuşuruz.” diyerek konuyu değiştirdi Aral. Artık kesinlikle benden bir şeyler sakladığına emindim çünkü eğer saklamasaydı lafı çevirmezdi. Bu konuyu pansuman yaptıktan sonra konuşmak üzere bir rafa kaldırdım.
Ayağa kalktığımda cam parçalarına basmamak için dikkatli olarak tekrar banyoya gittim ve pansuman malzemelerini getirdim. Tekrar aşağı indiğimde, yerdeki büyük olan cam parçaları da artık yoktu. Aral yine biraz daha büyük olanları toplamıştı.
Pansuman malzemelerinin olduğu çantayı Aral hemen elimden aldı ve çantayı açarak malzemeleri içinden çıkardı. Sargı bezi ve birkaç daha ilacı masanın üzerine tek tek yerleştirdi. O bütün bunları yaparken ise ben sadece durmuş onu izliyordum.
“Yanıma gel.” dedi lazım olan malzemelerin hepsini masaya yerleştirdikten sonra. Birkaç adımla yanına gittiğimde oturmam için sandalyemi çekti. Bu kibar hareketine sadece minik bir tebessüm ettim ve sandalyeye oturdum.
“Kolunu uzatır mısın?” dedi Aral hemen yanıma oturarak. Derin bir nefes aldım ve yarım olan sağ kolumu ona uzattım. Bu görüntü bile gözlerimin dolmasına neden oluyordu.
Sargısız sadece bir kere görmüştüm kolumu. O zaman bile bakmaya dayanamamıştım. Yüreğim el vermemişti bu görüntüye. Hiç kuşkusuz hayatımın en zor birkaç dakikalarından biriydi.
Kendimi böyle kabullenemiyordum. Birkaç hafta öncesine kadar iki kolum da sapasağlam yerindeydi. Keman çalabiliyor, müziğimi büyük bir ihtişamla yapıyordum. Peki ya şimdi? Ne değişmişti? Tüm hayatım. Artık kemanım yoktu. Sanırım o da kazada kırılmıştı ve insanlar kemanını değersiz bir parça olarak görmüş ve atmışlardı. Oysa kimse bilmiyordu ki o keman benim babamdan hatıraydı.
Müzikle annemle birlikte tanışmıştım ve kemanla da babam sayesinde. İlk kemanımı babam almıştı.
Kemana ne zaman ilgi duymaya başladıysam o zamandan beri benim arkamdaydı. Arkamdaydılar. Beni hep desteklemişlerdi bu konuda. İyi bir müzisyen olacağımı düşünüyorlardı. Ama artık bu pek de mümkün görünmüyordu.
“Bitti.” diyen Aral’ın sesiyle yerimde sıçradım ve daldığım düşüncelerden uzaklaştım. Gerçekten bu kadar çabuk bitmiş miydi? Aynı zamanda elimdeki kesik izine de bir yara bandı yapıştırmıştı. Düşüncelerim o kadar yoğundu ki zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Ya da Aral’ın eli çok hızlıydı.
“Bu kadar çabuk biteceğini düşünmemiştim. Teşekkür ederim.” dedim yüzümdeki hem şaşkın hem de samimi bir gülümsemeyle.
“Teşekkür edilecek bir şey yok. Sen sadece bir daha pansumanları aksatma yeter. Hastaneye dikişlerini aldırmaya da beraber gideceğiz.” dedi. Hastaneye neden beraber gidecektik ki? Ayrıca benim adıma bu kadar kesin karar vermesi ister istemez öfkelenmeme neden oluyordu.
“Ben tek başıma gidebilirim. Yardımına ihtiyacım yok.” dedim bende kesin bir dille. Duyduklarıyla kaşları çatılırken başını iki yana salladı.
“Tek başına gitmene izin veremem.” dedi daha fazla öfkelenmeme neden olurken. O kim oluyordu da benim hakkımda bu kadar kesin kararlar verebiliyordu? Tamam, beni kurtarmış ve bana haddinden fazla iyi davranmış olabilirdi ama yine de bu onu tanıdığım anlamına gelmiyordu ve aramızdaki samimiyetin boyutunu değiştirmiyordu.
“Aral, sen kimsin de aramızda bu kadar fazla samimiyet buluyorsun? Ben seni tanımıyorum bile. Sen de beni tanımıyorsun. Daha önce hiç tanımadığın bir kadına bu kadar iyi davranmak sence de biraz şüpheci değil mi?” derken sesim biraz yükselmişti.
“Hiçbir şey bilmiyorsun Alina. Hiçbir şey.” dedi benim aksine sakin bir tavırla. Nasıl bu kadar sakin kalabiliyordu anlamıyordum zira ben şu an çıldırmak üzereydim.
“Anlat o zaman. Bilmiyorsam anlat da ben de öğreneyim gerçekleri. Ne bilmiyormuşum ben?” dedim ama bu sefer sesime hafif bir merak duygusu da karışmıştı çünkü Aral’ın benden bir şeyler sakladığına kesinlikle emindim.
“Bunları duymak için hazır mısın bilmiyorum. Bunları söylemenin zamanı mı onu da bilmiyorum ama madem bu konuda bu kadar ısrarcısın, yapacak bir şey yok.” dedi derin bir nefes vererek. Sıkıntılı olduğu her hâlinden belli olan bu nefesten sonra duyacaklarımı daha fazla merak ettim.
Konuşmasını beklediğim için bir şey söylememiştim ama konuşmayınca “Anlatacak mısın artık benden ne sakladığını ve kim olduğunu?” dedim sabırsızca. Daha fazla bir şey söylemezse her an meraktan çatlayabilirdim.
“Alina aslında ben seni çok uzun zamandır tanıyorum.” dedi birden. Bunu zaten tahmin edebiliyordum ama beni nereden tanıyordu ki? Merakım giderek artarken bu duyduğuma şaşırmadığımı fark edince konuşmaya devam etti.
“Babanın yanında büyüdüm. Yani Kenan amcayı da çok iyi tanıyorum, Lale teyzeyi de.” İşte buna şaşırmıştım. Annem ve babamın konuyla ne ilgisi vardı ki? Kaşlarım çatılırken konuşmaya devam etti.
“Baban, yani Kenan amca, bana ve kardeşime zor durumda kaldığımız her zaman yardım etti. Bizi hep korudu, kolladı. Masraflarımızı karşıladı. Benim ona bir hayat borcum var. Bir söz verdim ona. Eğer o sözü tutamazsam Kenan amcaya olan hayat borcumu asla ödeyemem.” dedi. Söylediklerini idrak etmeye çalışıyordum ama nafileydi. Onun anne, babası neredeydi? Bir kardeşi olduğunu öğrenmiştim.
“Kenan amca yıllar önce bana bir söz verdirdi. Eğer o bir gün ölürse...” Derin bir nefes daha. “Eğer o bir gün ölürse sana ve Lale teyzeye çok iyi bakmamı söyledi. Sizi hiç yalnız bırakmayacağıma ve Kenan amcanın bizi koruduğu gibi sizi koruyacağıma dair bir söz verdim.” dedi. Her bir cümlesinde ağzım bir karış açık dinliyordum. Kulaklarıma inanamıyordum.
“Şimdi Lale teyze de öldü ve sadece sen kaldın. Bu yüzden seni korumaya çalışıyorum. Sözümü tutmak için.” dedi son kez. Öylece durdum. Şimdi her şey açığa kavuşmuştu.
“Sen, o yüzden...” diyebildim sadece. Hâlâ yaşadığım şokun etkisinden çıkamamıştım. Babamın böyle bir şeyi önceden düşüneceği aklımın ucundan geçmezdi. Babam yıllar öncesinden sanki ne olacağını tahmin etmişti ve bunları söylemişti. Peki Aral’la nereden tanışıyorlardı ki?
“Peki sen, babamı nereden tanıyorsun? Yani babam size yardım etmiş ama sonuçta önceden de tanıyormuş.” diye sordum merakıma yenik düşerek.
“Bugünlük bu kadar yeter. Benim şimdi gitmem lazım.” dedi Aral ve bir anda ayaklandı. Bu konu onu rahatsız ediyor olmalıydı çünkü konuşmak istememişti. Açıkçası nedenini merak etmiştim. Ben de daha fazla üstüne gitmedim ve ayağa kalktım.
“Babama böyle bir söz vermiş olabilirsin ama benim gerçekten korunmaya ihtiyacım yok. Kendi başımın çaresine bakabilirim.” dedim ama beni dinlemeyeceğinden ve sözünü tutmak için her şeyi yapacağından emindim. Ama bu söylediklerimde oldukça ciddiydim. Ben kendi kendime yeterdim. Kimseye ihtiyacım yoktu.
“Lütfen bu konuyu bir daha açma.” dedi ve kapıya doğru yürümeye başladı. Daha fazla bir şey söylemedim ve arkasından bende yürüdüm. Kapı koluna uzanıp açtığında eli orada asılı kaldı. Hâlâ evin içinde duruyordu ve sanırım dışarıda biri vardı.
Dışarıdaki kişiyi görebilmek için öne çıktığımda gelen kişiyle gözlerim kocaman açıldı. İşte bu tesadüf hiç iyi olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kemanımın Sesi
General FictionAlina Sezer konservatuar öğrencisi genç bir kızdır. Alina yağmurlu bir kış gününde performans sergilemek üzere kemanıyla sahneye çıkacaktır. Ama işler planladığı gibi gitmez. Hayatının dönüm noktası olan bir kaza geçirir. Ailesiyle güzel bir hayat...