Bölüm 2: Felakete Uyanış

85 7 0
                                    

Hayatım boyunca hiçbir zaman büyük sorunlarım olmamıştı. Olanları da anne ve babam sayesinde en ufak şekilde atlatmıştım. Onlar benim bu hayatta sahip olabileceğim en iyi aileydi. Benim her zaman yanımda olan, koruyup kollayan, sevgisini asla esirgemeyen güzel bir ailem vardı.

Ben 5 yaşındayken başlamıştım keman çalmaya. Tabii ondan önce de büyük bir ilgimin olduğunu söylerdi annem, ben pek hatırlamasam da. Küçük yaşlardan beri keman çalıyordum. Artık hayatımın bir parçası haline gelmişti. Müzikle daima iç içe olmak beni her zaman mutlu ederdi.

Şimdi ise büyük bir kaza geçirmiştim. Geçirmiştik. Nasıl olduğunu hatırlamıyordum. Ama bildiğim bir şey varsa o da bu kazanın benim hayatımı yeniden yaratacağıydı. Ama bu iyi mi sonuçlanırdı yoksa kötü mü, bilemiyordum.

Şu an ise duyduğum tek melodi ambulans ve itfaiyenin siren sesleriydi.
Sesler. Her yerde tuhaf sesler duyuyordum. Uğultu gibiydi. İnsanların ne konuştukları anlaşılmıyordu. Zaten anlamak gibi bir derdim de yoktu.

Sanki büyük bir felaketin ortasındaydım. Bağırış seslerini az çok duyabiliyordum. Bir kaza geçirmiştik. Büyük bir kaza. Felaketim olan bir kaza.  Sağ kolumu hissedemiyordum. Sanki vücuduma iğneler batıyormuş gibiydi.

Birinin beni olduğum yerden çıkarıp kucağına aldığını hissettim. Siren seslerini yeni fark edebiliyordum. Gözkapaklarıma sanki tonlarca ağırlık koymuşlar gibiydi. Bir anda soğuk hava çarptığında ürperdim. Saçlarıma düşen damlalardan yağmur yağdığını anlamıştım.

Gözlerim hafifçe aralandı. Çok fena başım dönüyordu ve etrafı bulanık görüyordum. Başımdaki şiddetli ağrı kriz geçirmeme neden olacak kadar fazlaydı.

Zorlukla gözlerimi açtığımda bir damla yağmur da aynı anda yanağıma düştü. Etraf kapkaranlıktı. Hiçbir şey göremiyordum. Sadece ambulans ve itfaiyenin mavi kırmızı ışıkları gözlerimi alıyordu.

İstemsizce gözlerim yeniden kapandı. Başımdaki ağrı sanki uyanık kalmamı engellemek istercesine daha fazla arttı. Yağmur damlaları art arda yüzüme çarparken bilincimi yeniden kaybettim ve kendimi karanlığa teslim ettim.


Her yer bembeyazdı. Buraya nasıl gelmiştim? Neredeydim? Üzerimde beyaz bir elbise vardı. En son kaza yapmıştık. Oradan sağ çıkacağımı bile bilemezken şimdi buradaydım. Uzaktan bir ses duydum. Bu babamın sesiydi. Bana sesleniyordu. Beni çağırıyordu.

“Alina, kızım yanıma gel. Bak ben buradayım.” Babamın sesini duyuyordum ama kendisini göremiyorum. O neredeydi?

“Baba neredesin? Göremiyorum seni, baba!” diye bağırdım boşluğa. Ama sesim çıkmıyordu. Bir kez daha bağırmaya çalıştım ama olmadı. Kendi sesimi bile duyamazken babam beni nasıl duyacaktı?

“Kızım,” annemin sesiydi bu kez. “Yanımıza gel Alina, seni bekliyoruz.” Annemin sesini duyduğumda gözlerin dolmuştu. Onları göremiyordum. Beni böyle bırakacaklar mıydı?

“Anne, yardım edin. Sizi göremiyorum. Anne.” diye bağırmaya çalıştım ama sesim çıkmıyordu. “Baba!” dedim bu kez de ama yine hiçbir şey olmamıştı.
Uzaklardan gözümü alacak kadar fazla olan bir beyaz ışık çarptı gözüme. Elimle gözüme siper almak zorunda kalmıştım. Sonra ışık biraz daha hafifledi ve annemle babamı gördüm. Evet, oradaydılar. Beni bekliyorlardı.

Koşmak için yeltendim ama sanki olduğum yere yapışmışım gibi hareket edemiyordum. Oradalardı, bana bakıyorlardı ama ben onların yanına gidemiyordum.

“Hadi kızım, bekliyoruz seni burada.” dedi babam o insanı yatıştıran sesiyle. “Eğer gelmezsen sen olmadan gitmek zorunda kalacağız.” dedi bu kez annem. İçimi bir korku kapladı. Ne diyeceğimi bilemdim.
“Ne,” dedim zorlukla. “Nereye gideceksiniz? Beni böyle bırakamazsınız. Ben de geleceğim sizinle.” dedim zorlukla konuşarak. Neredeyse fısıldamıştım.
“Sen artık gelemezsin kızım. Artık buraya ait değilsin. Dönmen gerekiyor. Hadi git.” dedi babam, eliyle gitmem için işaret verirken. Nasıl olurdu? Beni böyle bırakamazlardı. Ben onlar olmadan ne yapacaktım?

“Nasıl?” diyebildim sadece. “Nasıl olur baba? Beni bırakamazsınız. Ben siz olmadan nasıl yaşarım. Ben siz olmadan nasıl olur da hayatıma devam edebilirim. Siz benim her şeyimsiniz.” Sanki bana veda ediyorlardı. Sanki onları bir daha göremeyecektim. Hayır olamazdı. Onlara veda edemezdim.

“Kendine dikkat et canım kızım. Seni hep seveceğiz, unutma.” dedi annem, bunları söylerken yüzünde küçük bir tebessüm vardı. Daha sonra ben bir şey diyemeden arkasını döndü. Babam da son kez bana baktı ve beraber uzaklaşmaya başladılar.
Koşmaya çalıştım. Boğazım yırtılırcasına bağırmak istedim ama hiçbir şey yapamıyordum. Öylece duruyordum sadece. Ellerimi bile hareket ettiremiyordum. Ben ne yapacaktım şimdi? Beni öylece bırakıp gitmişlerdi. Onlar benim bu hayattaki en değerlimdi. Onlar benim ailemdi. Şimdi ben onlar olmadan ne yapacaktım.

  “Hayır,” diye fısıldadım. “Hayır, böyle olmamalıydı.”  Gözümden bir damla yaş düştü. Sonra bir tane daha. Yaşlar gözümden düşerken ben hâlâ öylece durmaya devam ediyordum.


Başımda inanılmaz bir ağrı vardı. Etrafa ölüm sessizliği hakimdi. Gördüğüm kâbus bir anda aklıma gelince içim ürperdi. Hayatımda gördüğüm en kötü kâbuslardan biriydi. Ama neyse ki sadece bir kâbustu, gerçekleşme ihtimali yoktu. Bu nedenle biraz daha rahatladım.

Zorlukla gözlerimi yavaşça açmayı başardığımda odadaki loş ışık gözlerimi aldı. Bir süre sonra gözlerim ışığa alıştığında bir hastane odasında olduğumu fark ettim. Ne zaman buraya geldiğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Bir kaza geçirmiştik ve ben bu kazadan sağ çıkmayı başarmıştım. Diğerleri ne durumdaydı bilmiyordum. Bu kazanın felaketim olacağına nedense kendimi inandırmıştım.

Acaba annem ve babam beni çok mu merak etmişlerdi? Peki ya şimdi neredelerdi? Normalde ikisinin de bir an bile olsun yanımdan ayrılmayacağını biliyordum. Onların da başına bir şey gelmiş olabilir miydi?

Bu sorular başımın daha çok ağrımasına neden olurken kapı açıldı ve içeri bir doktor girdi.

“Alina hanım,” diye söze başladı doktor. Muhtemelen otuzlu yaşlarının sonlarındaydı. Gözleri yorgunca elindeki dosyayı inceliyordu. Sonunda başını kaldırdı ve bana baktı.

“Ben doktor Oğuz. Raporlarınızı inceledim, herhangi bir sorunla karşılaşmadık. Ameliyatınız da gayet başarılı geçti. Birkaç gün sonra taburcu olabilirsiniz ancak size söylemem gereken önemli bir şey var.” dedi doktor sıkıntılı bir nefes vererek.

Biliyordum, kötü bir şey olmuştu. Doktor üzüntüyle başını eğdi. Hiçbir sorun yoksa neden böyle davranıyordu? Büyük bir korkuyla dudaklarımı kemirirken Doktor Oğuz Bey konuşmaya başladı.
“Ameliyatınızın güzel geçtiğini söylemiştim ama bu ameliyat sizden bir şey aldı.” Duraksadı.

“Açık konuşun lütfen. Ayrıca ailem nerede? Onları görmek istiyorum.” diye sordum doktoru tekrar konuşmaya yönlendirmek isteyerek.

“Sağ kolunuz büyük bir hasar görmüştü. Yapabileceğimiz tek şey kolunuzu kesmek olacaktı. Maalesef sağ kolunuzu sizden almak zorunda kaldık. Eğer bunu yapmamış olsaydık ciddi sağlık sorunlarına yol açacaktı. Gerçekten çok üzgünüm.” dedi doktor tek nefeste.

Bundan o kadar kolay söz etti ki benim hayatımı tek kalemde sildiğini fark etmemişti. Doktorun bu sözleriyle birden gülmeye başladım. Hem de kahkahalarla gülüyordum. Tam bir saçmalıktı. Hayır, böyle bir şey olamazdı. Kolumu kesmiş olamazlardı.

“Siz neden söz ediyorsunuz? Nasıl bir şey söylediğinizin farkında mısınız siz? Hayır, böyle bir şey olamaz.” diye çıkıştım doktora. Ağzından çıkanı kulağı duyuyor muydu? Eğer kolumu gerçekten kesmişlerse bir daha asla keman çalamazdım. Hayallerimi öylece silemezlerdi.

“Bakın bu tepkinizi anlayabiliyorum. Ama lütfen siz de bizi anlayın. Biz sadece olması gerekeni yaptık.” dedi bu seferde. O an aklıma düşen şeylerle donup kaldım. Neden bana yalan söylesin ki? Ya eğer gerçekten doğruları söylüyorsa.
Gözlerim dolmuştu. Ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Bir anda üstümdeki beyaz örtüyü kaldırdım ve bunu yaparken sol elimi kullandım.
Gördüğüm şeyle büyük bir çığlık attım. Aynı zamanda yaşlar da büyük bir hızla gözlerimden akmaya başladı. Gerçekten yapmışlardı. Sağ kolumu benden almışlardı.

Sağ kolumun biraz üstünden itibaren tüm kolumu saran bir sargı vardı. Ve dirseğimin alt kısmı sadece bir boşluktan ibaretti. Sağ dirseğimin biraz üstünden kesmişlerdi kolumu. Onu öylece benden almışlardı. Bir daha asla keman çalamazdım. Hayatım bir günde yerle bir olmuştu. Bu en kötüsüydü.

Şiddetle ağlamaya devam ederken doktor öylece duruyor ve sadece sakin olmam gerektiğini söylüyordu ama nasıl sakin olabilirdim? Ben artık yarım bir insandım. Artık anne ve babam bile beni böyle sevemez, kabul edemezlerdi. Annem ve babam. Onlar neredeydi? Neden burada değillerdi? Yoksa onlar beni şimdiden terk mi etmişlerdi? Beni böyle istemeyeceklerini biliyordum ama yine de sormadan edemedim.

“Doktor Bey, annem ve babam, onlar neredeler? Yoksa onların başına da mı bir şey geldi? Ne olur bir şey söyleyin artık!” dedim. Sesim başta bir fısıltıyla çıkmasına rağmen sonda bağırmıştım.
“Onlar...” dedi ağzının içinde geveleyerek. “Önce sakin olmalısınız. Bu diyeceklerimi kaldıramayabilirsiniz. Biraz sakinleşin sonra ben size her şeyi anlatacağım.” dedi.

“Ben sakinim zaten. Onlara ne oldu? Neden burada değiller? Eğer bir şey söylemezseniz ben gider kendim öğrenirim.” dedim ama sesim tahmin ettiğimden daha yüksek çıkmıştı.

Doktor derin bir nefes aldı. “Siz birkaç gündür uyuyorsunuz. Bugün sabah erken saatlerde  babanız arabayla buraya gelirken bir kaza yapmış. Çok yorgun olduğundan dolayı arabayı sürerken uyuyakalmış. Maalesef bir kamyonla çarpışmış ve babanız...” Duraksadı. İçimdeki korku büyürken kendimi olacaklara hazırlamaya çalışıyordum ama pek başarılı değildim. Dudaklarımı kemirmeye başladığımda nefesimi tuttum.

“Ve maalesef babanız hayatını kaybetti.” Yanlış duyuyordum. Hayır, böyle bir şey olamazdı. Hayat bana bunu yapamazdı. Babamı benden alamazdı. Hayır, inanmıyordum. Hem de bir kaza sonucunda. İmkanı yoktu.

“Şaka mı yapıyorsunuz siz. Eğer şakaysa gerçekten hiç komik değil. Lütfen onları çağırır mısınız?” dedim inanmadığımı belli ederek. Ama gözlerimden bu söylediklerimin aksine yaşlar akıyordu ve sesim titriyordu. Ama ya gerçekse? Hayır, hayır böyle düşünmemeliydim. Gerçek olamazdı.

“Bakın gerçekten inanması sizin için şu an çok zor farkındayım ama gerçekler bunlar. Anneniz ise...” Annem. O kim bilir ne hâldeydi. Sol kolumla örtüyü öyle bir sıkıyordum ki tüm sinirimi ve üzüntümü ondan çıkarmak istiyor gibiydim. Gözlerindeki yaşlar korkuyla duraksadı.

“Anneniz ise bunu duyunca kalp krizi geçirdi. Şu an yoğun bakımda. Hayati tehlikesi devam ediyor ama elimizden geleni yapıyoruz.” dedi.

Hayat benim için kapılarını artık sonuna kadar kapatmıştı. Benim ailemi benden alacak mıydı? Babam. Küçükken bisiklet sürerken beni hep o kaldırırdı. Bir şey olduğunda hep ilk o yardımıma koşardı. Düştüğümde nasıl kalkmam gerektiğini bana babam öğretmişti. Şimdi o yoktu. Benim biricik babam ölmüştü. Beni bırakıp gitmişti.

Peki ya annem? O yaşıyordu ama hayati tehlikesi devam ediyor demişti doktor. Babamla birbirlerini o kadar çok seviyorlardı ki onun öldüğünü duyunca dayanamamıştı. Yoksa bana bu dünyadaki en güzel yemekleri yapan, hiç kimsenin yardımına ihtiyacım olmadan dimdik yürüyebileceğimi öğreten kadın da mı beni bırakıp gidecekti? Buna izin veremezdim.

Daha fazla ağlamaya başladığımda saçlarım yüzüme doğru dökülüyordu. Oysaki o evden nasıl da mutlulukla çıkmıştık. Nasıl da gülüyordu yüzleri. Şimdiyse belki de ikisi de olmayacaktı.
O son kahvaltı, o son gülüşler, o son sarılmalarımız... Hepsi bir son olarak mı kalacaktı?

Kapı aniden açıldı ve içeri bir hemşire girdi. Koştuğu için nefes nefese kalmıştı. “Hocam yoğun bakımdaki hastalardan Lale Sezer, nabzı aniden düşmeye başladı.” dedi hemşire bir solukta.

Bir dakika, Lale Sezer mi dedi o? Annem. Gözyaşlarım aniden durdu ve hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladım. “Anne,” diye fısıldadığımda hiç düşünmeden yataktan kalktım. Doktorun bakışları bir saniyeliğine bana döndü. Tekrar hemşireye dönüp bir şeyler söyledi ve hızlıca odadan çıktı.

Doktorun peşinden gitmek için yeltendiğimde hemşire beni durdurdu. “Hanımefendi sakin olmanız gerekiyor. Eminim anneniz iyi olacaktır.” dedi  omuzlarımdan tutarken. Boynumdaki boyunluğa rağmen ondan kurtulmam çok zor olmadı.

Korkuyla etrafıma bakındığımda doktorun gittiği yöne doğru döndüm. Sonunda yoğun bakımın olduğu yere ulaştığımda doktorun içeri girdiğini gördüm. Bende içeri girmek için o tarafa hızla ilerledim ama girmeme izin vermediler.

“Bakın o benim annem. Onun bana ihtiyacı vardır. Onun yanında olmam gerek.” dedim. Ama yine izin vermediler ve beni dışarı çıkardılar.

İçerinin gözüktüğü bir cam vardı. Zor da olsa son gücümle oraya doğru sarsak adımlara ilerlediğimde sol elimi cama yerleştirdim. Annemin başındaki ona kalp masajı yapan doktor benim doktorum Oğuz Bey’di. Beni o kurtardıysa annemi de o kurtarmalıydı.
Kalp masajını yapmayı bıraktı ve eline bir makine aldı. Bu seferde makineyle kalbini tekrar çalıştırmaya çalıştı ama... Ağlamayı bıraktığımda gözlerim dümdüz olan çizgiye çevrildi. Sanki sesini buradan bile duyabiliyordum. Tekrar doktora baktığımda artık kalp masajı yapmayı bırakmıştı.

Diğerlerine bir şey söylediğinde gözleri bana döndü. Hüzünle başını eğdiğinde sonunda ne olduğunu idrak edebilmiştim. Hayır, annemi de kaybedemezdim. Gözlerimi tekrar hayata açtığım günde hem annemi hem de babamı kaybedemezdim. Hayat bu kadar acımasız olmamalıydı.

Sol elimle cama vurduğumda “Durmayın!” diye var gücümle bağırdım. “Devam edin lütfen. Devam edin! Onu da kaybedemem. Lütfen” dedim ama ağlamaktan sesim kısılmıştı. Doktor kapıdan çıkınca cama vuran elim durdu ve doktora doğru büyük bir öfkeyle ilerledim. Nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranabilirdi?

“Alina hanım, ben çok üzgünüm. Elimden gelen her şeyi yaptım fakat...” Sözünü kestim. “Eğer elinizden gelen her şeyi yapmış olsaydınız o yaşıyor olurdu! “ diye bağırdım yüzüne. Gözyaşlarım durduramıyordum. Bir elimle de doktorun yakasını kavramıştım.

“Hemşire hanım, hastayı odasına alıp sakinleştirici verelim. Biraz uyumaya ihtiyacı var.” dedi yanındaki bize üzgün gözlerle bakan hemşireye. Doktor kolayca elimi yakasından çekti ve yakasını düzeltti. Nasıl bu kadar rahat davranıyordu aklım almıyordu.

“Siz ne saçmalıyorsunuz. Benim aynı gün annem ve babam öldü, farkında mısınız? Nasıl gidip uyumamı söyleyebilirsiniz? Hiç mi vicdanınız yok sizin?” derken âdeta fısıldayarak konuşmuştum. Konuşmaya bile gücüm kalmamıştı.
Doktor hiç umursamadan gittiğinde ayakta duracak gücüm kalmadığı için yere düştüm. Hıçkırarak ağlıyordum. Etraftaki insanların bakışlarını üzerimde hissetsem de kalkmadan ağlamaya devam ettim.

Hayat hiç beklemediğiniz anda size sürprizler yapabiliyordu. Ama bunların iyi mi kötü mü olduğunu bilmiyordunuz. Ben bugün günler sonra tekrardan gözlerimi açmıştım ama hayatın bana kötü bir sürprizi vardı.

Günler sonra uyandığım gün sağ kolumun artık benimle olmadığını öğrenmiştim. Daha kötü ne olabilir ki derken daha kötüsüyle karşılaşmıştım. Sağ kolumla birlikte artık annem ve babamın da hayatımdan çıktığını öğrenmiştim. Bu hayatın bana yaptığı en kötü esprisiydi.

Bir gün yanınızda olan insanlar bir bakmışsınız ki artık yoklar. Bir daha gelmemek üzere hayatınızdan çıkmışlar. İşte o zaman anlıyordunuz hayatın ne kadar değersiz olduğunu. Onlarla birkaç gün daha geçirmek için nelerimi vermezdim ki.

Hayatımızda olan insanlar aslında bizim en kıymetlimizdi. Bunu onları kaybedince anlıyorduk. Ama o zaman da çoktan iş işten geçmiş oluyordu.
Hemşire kolumdan tutup beni kaldırmaya çalıştığında itiraz etmedim ve oturduğum yerden kalktım. Hâlâ ağlamaya devam ediyordum. Bu duygudan sanırım hayatım boyunca kurtulamayacaktım.

Bana ayrılan odaya geldiğimizde hemşire koluma yeni bir serum taktı ve sakinleştirici verdi. Gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başladığında düşündüğüm tek şey annem ve babamdı. Bir de bu hayatın bana verdiği en büyük ders.

Hayatımızdaki insanların değerini onları kaybedince anlıyorduk. Ve ben o gün bir yemin ettim: Anne ve babamın ruhlarını sonsuza dek yaşatacaktım.

Bilincimi kaybetmeden önce aklıma düşen son şey ise saatler önce gördüğüm kâbustu.

Kemanımın SesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin