Bölüm 3: Yabancı

55 6 2
                                    

Hayat sürprizlerle doluydu. Sizi bir gün güldürür, bir gün ağlatırdı. 5 dakika sonra ne olacağını bile bilemezdiniz. Her şey çok güzel giderken bir anda hayat size öyle bir oyun oynardı ki; siz oyunu öğrenmeye çalışırken aslında kaybetmiş olurdunuz. İşte hayat da tam bir oyundu. Eğer hayatı öğrenmeye zaman harcarsınız kaybedersiniz. Ama eğer yaşayarak öğrenirseniz bir daha asla unutamazsınız öğrendiklerinizi.

Hayat bana bunları en acı şekilde öğretmişti. Öğrenmek zorunda bırakmıştı. Annem ve babamı benden alarak öğretmişti. Bir kolumun yarısının artık olmaması ise bunların yanında bir hiçti.

Zorlukla gözkapaklarımı yavaşça araladım. Sonunda tamamen açmayı başardığımda bir süre gözlerimin ışığa alışmasını beklemek zorunda kalmıştım. Hâlâ bu hastane odasında yatıyordum. Kriz geçirdiğim için sakinleştirici vermişlerdi. Ne zamandır uyuyordum bilmiyordum.

Annem ve babam. Benim bu hayatta sahip olduğum en değerlilerimdi. Ama artık onlar yoklardı. Onları bir daha asla göremeyecektim. Onların yaşaması için canımı bile hiçe sayardım. Ama artık her şey için çok geçti.

Ben onları kurtaramamıştım. Her şey benim yüzümdendi. Her şeyin suçlusu bendim. Eğer oraya gidecek olmasaydım  bunların hiçbiri başımıza gelmeyecekti. Hepsi benim keman sevdam yüzünden olmuştu. Eğer bindiğim servis kaza yapmasaydı hem kolumu kaybetmeyecektim hem de babam hastaneye gelmemiş olacaktı. Annem de üzüntüden kalp krizi geçirmeyecekti.

Her şeyin sorumlusu bendim. Yaşamayı hak etmiyordum. Annem ve babam benim yüzümden ölmüşken ben bu dünyada daha fazla kalamazdım.

Yattığım yerden doğrulmaya çalıştım ama o kadar halsizdim ki kımıldayamadım bile. Sinirle gözlerimi yumduğumda kapı açılma sesi geldi. Gözlerimi tekrardan açtığımda Doktor Oğuz Bey’i karşımda gördüm.

Son gördüğümün aksine daha az yorgun gözüküyordu. Dudaklarında bir gülümseme vardı fakat bu gülümseme gözlerine ulaşmamıştı.

“Merhabalar Alina Hanım. Nasılsınız?” dedi doktor ama bir şey söylememi beklemeden konuşmaya devam etti. “Daha iyi gözüküyorsunuz. Yarın taburcu olabilirsiniz.” diye devam etti.

Yutkundum. “Annem ve babam. Onları görmek istiyorum. Beni onların yanına götürür müsünüz?” diye sordum ama sesimin titremesine engel olamamıştım. Doktorun gülümseyen yüzü düştü, derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.

“İki gündür uyuyorsunuz. Birkaç defa uyandınız ama sinir krizleri geçirdiğiniz için tekrar uyutmak zorunda kaldık. Hatta birkaç defa siz uyurken ziyaretçileriniz de geldi.” Artık sinirlenmeye başlıyordum. Neden bana annem ve babamdan bahsetmiyordu? Sinir krizi geçirdiğimi hatırlamıyordum bile. Hatırlasam bile bunun bir önemi yoktu.

“Lafı dolandırmayın. Sadece soruma cevap verin.” dedim dişlerimin arasından. “Siz kendinizde olmadığınız için halanız ve ailesi bu işi devralmış. Yani siz uyurken anne ve babanızı toprağa vermişler.”

Nasıl yani? Ben anne ve babamın cenazesine bile gidemedim mi? Bana bunu bile layık görmediler mi? Ben bunu hak edecek ne yaptım? Bana haber vermek hiç mi akıllarına gelmemişti? Onlar benim ailemdi ama ben onların cenazesini bile görememiştim. Onları son bir kez görmeme izin vermemişlerdi.

“Bunu bana daha önceden neden haber vermediniz? Beni hiç mi düşünmediniz? Onların cenazesine bile gidemeyecek kadar kötü biri miyim ben?” dedim ama ağlamamı durduramıyordum. Ağlamaya başladığımı bile fark etmemiştim.

“Bakın Alina hanım, bu bizim elimizde olan bir şey değil.” dedi doktor ağlamamı görmezden gelerek. Nasıl bu kadar duygusuz olabiliyordu anlamıyordum. Belki de yaptığı işten dolayı artık alışmıştı.

Kolumdaki serum yüzünden hiçbir yere gidemiyordum. Yataktan kalksam bile serum bunu engel olurdu. Artık iki elim yoktu. Ben artık yarım bir insandım. Acaba annem kolumun kesildiğini bilerek mi ölmüştü?

“Onların mezarına gitmek istiyorum. En azından buna hakkım var öyle değil mi? En azından buna izin verirsiniz değil mi?” dedim ama sesimdeki öfkeyi ayarlayamamıştım. Zaten öyle bir derdim de yoktu. Tek isteğim onları son kez görememiş olsam bile mezarlarına gidebilmekti.

“Elbette onların mezarına gideceksiniz. Bu sizin en doğal hakkınız. Ama önce biraz dinlenmeniz lazım. Daha sonra yarın taburcu olunca istediğiniz her yere gidebilirsiniz?” dedi. Yüzüne yeniden o saçma gülümsemeyi eklemişti.

“Yarını bekleyemem. Onlar beni bekliyorlardı şimdi. Benim onların yanında olmam lazım. Lütfen izin verin gideyim.” dedim karşılık olarak. Sesim biraz daha alçalmıştı ve elimde olmadan titremişti. Sesimin titremesinden nefret ediyordum.

“Maalesef buna izin veremem. Bir gün daha dinlenmeniz lazım. Ve kendinizi çok yormamaya özen gösterin.” dedi doktor sesindeki ciddiyeti koruyarak. Buna kesinlikle izin vermeyeceğini hiçbir şey söylemese bile bakışlarından anlamıştım.

Hiçbir şey söylemedim. Ne dersem diyeyim kararından vazgeçmeyeceğini biliyordum. Gözlerimi doktordan ayırdım ve başka her yere baktım. Gözlerimden sessiz gözyaşlarım düştüğünde doktor da “Geçmiş olsun.” diyerek odadan çıktı.

Gözyaşlarım daha fazla hızlandığında elimden hiçbir şey gelmiyordu. Onları sonsuza dek kaybetmiştim.

Kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Eğer şimdiden alışmaya çalışmazsam hiç alışamazdım. Ama buna nasıl alışabilirdim ki? Bu acı nasıl geçerdi ki? Geçmezdi. Hiçbir acı bunun kadar ağır olamazdı.

Sessiz ağlayışlarımı biraz olsun dindirdiğimde ağlayışlarımın arasından kapı tıklatılma sesi duydum. Hiçbir cevap vermedim çünkü şu an kimseyi görmek istemiyordum. Kapı tekrar tıklatıldığında bu sefer bu ısrarcı kişinin kim olduğunu merak etmiştim. Bu yüzden sonunda “Gir,” dedim. Kapı açıldığında içeri genç bir adam girdi.

Bu adamı daha önce görmediğime adım kadar emindim. Yüzüne uyan siyah ne çok uzun ne de çok kısa olan saçları vardı. Koyu kahve gözleri ise çekingen bir şekilde bana bakıyordu.

Kaşlarımı çattığımda “Siz kimsiniz?” diye sordum. Odaları karıştırmış olabilirdi çünkü bu adamı tanımıyordum. “İsmim Aral,” dedi hızlıca çattığım kaşlarımı görünce. “Aral Demir.” dedi adının tam halini söyleyerek. Bu onun kim olduğunu ve beni nereden tanıdığını açıklamıyordu.

“Yani?” dedim onu konuşmaya teşvik etmek için. “Hâlâ neden burada olduğunuzu bilmiyorum.” diye devam ettim.

“Yani sizi o kazadan çıkaran bendim. Kesinlikle bir karşılık istemiyorum, yanlış anlamayın. Ben sadece başınıza gelenleri duydum ve çok üzüldüm. Elimden geldiğince size yardım etmek istiyorum.” dedi. Söyledikleri karşısında şaşırmıştım çünkü kim hiç tanımadığı bir insana yardım etmek isterdi ki?

Bir süre öylece adamın yüzüne bakmaya devam ettim. Acınacak bir haldeydim. Yoksa bu adam bana yardım etmek istemezdi. İnsanlar bana acıyordu. Oysaki ben acınacak bir halimin olduğunu düşünmüyordum çünkü bu olanların hiçbiri benim elimde olan şeyler değildi. Eğer öyle olsaydı baştan buna hiç izin vermezdim.

“Bana acıyor musunuz?” dedim ama sesim düşündüğümden daha titrek çıkmıştı. Aynı zamanda gözlerim dolmuştu çünkü kimsenin bana acımasını istemiyordum. Ben her şeyden tek başıma üstesinden gelebilirdim.

“Hayır,” dedi adının Aral olduğunu öğrendiğim adam. Telaşla devam etti. “Beni yanlış anladınız. Öyle bir niyetim yok. Sadece yardım etmek istiyorum. Bakın eğer sizi daha önce oradan çıkarabilseydim kolunuz kesilmeyecekti. Gerçekten özür dilerim. Sadece bunu telafi etmek istiyorum. Lütfen izin verin sizin için elimden geleni yapayım.” dedi. Gerçekten korkmuş görünüyordu ama bu korkusunu saçma bulmuştum.

“Sizin bir suçunuz yok. Lütfen kendinizi de suçlu hissetmeyin. Bu teklifinizi de kabul etmiyorum. Şimdi beni yalnız bırakır mısınız?” dedim dolan gözlerimin akmasına engel olarak. Tanımadığım bir adamın önünde ağlamak, isteyeceğim son şey bile değildi.   Yabancı adam itiraz edecekken ona öyle bir baktım ki susmak zorunda kalmıştı.

Adını öğrenmeme rağmen hâlâ ona içimden yabancı adam diye hitap ediyordum. Benim için her zaman yabancı adam olarak kalacaktı.

Yabancı başını eğip odadan çıkmak için arkasını döndüğünde aklına bir şey gelmiş olacak ki tekrardan bana baktı. “Önceki geldiğimde buraya numaramı bırakmıştım. Yanınızdaki komodinin üstündeki kağıtta yazıyor. İhtiyacınızın olduğu her an beni arayabilirsiniz. Lütfen çekinmeyin ve en azından bunu yapmama izin verin.” dediğinde öyle ikna edici bakıyordu ki bir şey diyemeden başımı hafifçe salladım.

Kabul etmeyi düşünmüyordum ama bakışları öylesine derin bakıyordu ki hayır da diyememiştim. Bakışları öyle yoğun, öyle anlamlı bakıyordu ki orada ki anlamı çözmek bir hayli zordu.

Sadece adının Aral olduğunu bildiğim ve hiçbir şekilde tanımadığım bu yabancı üzerimde anlam veremediğim bir etki bırakmıştı. Bu duyguyu ve neden böyle olduğumu bilmiyordum ama üzerinde de çok durmadım.

Yabancının dudakları yok denecek kadar az bir şekilde kıvrıldı. Sonra da başka hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp gitti.

Yabancı adam hafifçe tebessüm edene kadar yakışıklı yüzünün farkına varmamıştım. Keskin çene hattı yüzüne çok yakışıyordu. Gözleri karşısındaki insanı anlamak ister gibi bakıyordu ama gözlerindeki duyguları tam çözememiştim.

O gittikten sonra biraz daha öyle durdum ve sonunda komodinin üstüne bıraktığı kağıdı aldım. Üstüne adını ve numarasını yazmıştı. Yazısı çok düzgün değildi ama yine de okunabiliyordu.

Aral Demir. Evet, ismi buydu. Daha önce böyle bir ismi hiç duymamıştım. Bu da yabancı adama olan merakımı arttırmıştı.

Kağıdı yeniden komodinin üstüne bıraktım ve yatağa biraz daha sindim. Uyumak ve tüm bunlardan uzaklaşmak istiyordum. Sanki uyursam hepsi geçecek gibiydi. Sanki uyursam anne ve babam yaşıyor olacaktı. Sanki uyusam kolum yerine geri gelecekti ama hiçbiri olamazdı.

Bazı şeyler uyusak da geçmezdi. Bazen tek çareniz her şeye alışmaya çalışmak olurdu. Zaman her şeyin ilacıdır, derlerdi. Ama bazı şeyler vardı ki zaman ilaç olmak yerine onları da bizden alıp yaramıza tuz basardı sadece. Alışmak ve her şeyi zamana bırakmak sanıldığı kadar kolay değildi.

Kemanımın SesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin