Büyük bir sahne. Karşımda binlerce seyirci ve ben o sahnenin tam ortasındayım. Sol elimde bir keman ve sağ elimde de bir keman yayı var. Evet sağ elimde bir keman yayı tutuyordum ve insanlar da büyük bir merakla beni bekliyorlardı.
Kalbim büyük bir heyecanla adeta yerinden çıkarcasına atmaya başladı. Sol elimdeki kemanı çenem ve omzum arasına sıkıştırdım ve keman yayını da havaya kaldırdığımda artık keman çalmaya hazır hale geldim.
Bir anda tüm ışıklar söndü ve birkaç saniye sonra sadece benim olduğum alana ışık yayıldığında bu artık başlayabilirim anlamına geliyordu.
Gözlerimi kapattım ve kendimi sadece müthiş müziğe bıraktım. Parmaklarım büyük bir uyum içerisinde doğru notalara dokunurken dudaklarımda minik bir tebessüm belirdi.
İşte bunu seviyordum. Artık hayallerimi gerçekleştirmiştim ve şu anda büyük bir sahnede binlerce insan beni izlerken kendi bestemi onlara sunabiliyordum.
Birkaç adım ileri geri attığımda artık müzikle birlikte uyum içerisinde dans ediyordum ve gözlerim hâlâ kapalıydı. Kendimi kemanımın sesine öyle kaptırmıştım ki şu anda tam anlamıyla yaşadığımı hissediyordum.
Şu anda çaldığım kendi yazmış olduğum bestemdi ve tamamıyla beni yansıtıyordu. Sözleri yoktu ama çok şey anlatıyordu. Kemanımın sesinden başka hiçbir ses yoktu. İnsanların dinlemeye devam ettiklerini biliyordum bu yüzden gözlerimi açmadım. Eğer gözlerimi açarsam heyecanımın ikiye katlanacağını biliyordum.
Kemanımın sesi benim bütün çığlıklarımdı. İnsanlara duyuramadığım veya insanların duymak istemediği tüm sesler. Şimdi hepsi susmuştu çünkü kemanımın sesi artık bütün sesleri bastırıyordu.
Kendimi şimdi olduğu gibi bu şekilde ifade edebildiğimi düşünüyordum. Sanki başka türlü insanlar beni anlamıyordu ve ben bu şekilde sesimi dünyaya duyurabilecektim. Müziğimle insanlar beni tanıyacaktı ve ben müziğimle tüm dünyaya kendimi tanıtacaktım.
Son kez bir notanın sesi duyulduğunda gösterim artık bitmişti ve sahneden inme zamanı gelmişti. Tüm ışıklar tekrar açıldığında bende gözlerimi açtım ve eğilerek seyircilere bu şekilde teşekkür ettim.
Bir anda büyük bir alkış koptuğunda insanlar ayağa kalkmış elleri kızarırcasına beni alkışlıyorlardı. Gözlerim doldu ama bu mutluluktandı ve yüzümde gururlu bir gülümseme yer ettiğinde başardığımı hissettim.
Gülümsemem genişlediğinde insanlar alkışlamaya devam ediyorlardı. Bu duygu gerçekten inanılmazdı ve ben bu duyguyu bir kere öğrendiğimde bir daha bırakmazdım.
Gurur.
Kendimle gurur duyuyordum ve artık ben başardım diyebiliyordum. Hayallerime sonunda kavuştum.
Ben başardım.
*
Gün ışığı camın ardından gözlerime geldiğinde bir elimi gözlerimin üstüne siper ederek yatakta diğer tarafa döndüm. Tekrar uykuya dalmak istesem de bir defa uyanınca bir daha uyuyamıyordum.
Çilli’nin sesi kulaklarımı doldurduğunda sonunda nerede ve kimin yatağında uyuduğum aklıma geldi. Bir hışımla gözlerimi açtım ve yatakta doğrularak gözlerimi etrafta gezdirdim.
Hemen ardından zihnimin derinliklerinde olan gördüğüm rüya aklıma geldi. Rüyamda kocaman bir sahnedeydim ve binlerce insan keman çalarken beni dinliyorlardı. Ve gösterim sona erdiğinde ise herkes beni alkışlamaya başlıyordu. Yüzümde benden habersiz acılı bir tebessüm peyda oldu.
Rüyamda iki kolum da yerindeydi ve bu gerçekleşmesi imkânsız bir rüyaydı. O rüyanın gerçekleşmesini her şeyden bile çok isterdim fakat sadece bir rüyaydı ve hep öyle kalacaktı. Başarılı bir müzisyen olma hayalim artık sadece rüyamda görebileceğim kadar yakındı bana.
Hemen yakınımda yatağın üstünde oturan minik kedinin başını usulca okşadım. Yavru kedi sessiz bir mırlamayla karşılık verdiğinde dudaklarımda buruk bir tebessüm peyda oldu. Zavallı kediyi benimle birlikte oradan oraya sürüklüyordum ve onun küçük bedeni bu duruma daha ne kadar dayanabilirdi bilmiyordum. Elimden başka türlüsü de gelmiyordu ve onu bırakmak da istemiyordum.
Yataktan kalktım ve etrafıma kısa bir göz attıktan sonra Aral’ın odasından çıktım. Ev zaten küçük olduğu için mutfağı bulmam kolay oldu.
Kapısı aralık olan mutfaktan içeri girdiğimde sırtı bana dönük olan bir genç vardı fakat bu Aral değildi. Kapının gıcırdamasıyla bana doğru dönen gençle göz göze geldik. Benden yalnızca birkaç yaş küçük gibi duruyordu. Tıpkı Aral’a benzeyen yüz hatları vardı fakat ona nazaran saçları biraz daha uzundu.
Birkaç defa gözlerimi kırpıştırmakla yetindim çünkü şu an Aral’ın kardeşine ne demem gerektiğini bilmiyordum. O da bana birkaç saniye boş bakışlar attığında sonunda ilk konuşan o oldu.
“Günaydın.” Gülümsemeye çalıştı fakat çok başarılı olduğu söylenemezdi. Bende ona aynı şekilde “Günaydın,” diyerek karşılık verdim.
“Yanlış hatırlamıyorsam ismin Anıl’dı, değil mi?” diye bir soru yönelttiğimde başını aşağı yukarı sallayarak cümlemi onayladı. Özellikle sağ koluma bakmıyor gibi geliyordu fakat ben de fazla paranoya yapıyor olabilirdim.
“Ve seninki de Alina. Alina Sezer, doğru mu biliyorum?” Bu kez de Anıl bana benzer bir soru yönelttiğinde bende ona gülümseyerek karşılık verdim.
“Evet Anıl, doğru biliyorsun. Adımı bu kadar iyi bildiğine göre ağabeyin benden çok söz etmiş olmalı?” Bu aslında cevabını tahmin edebildiğim bir soruydu ve sorarken de istemsizce kaşlarım havalanmıştı.
“Evet…” Anıl bir anda cümlesini yarıda kesti ve tebessümü suratında asılı kaldı. Bakışları arkamda bir noktaya kaydığında sanki yanlış bir şey söylemiş gibi gözleri korkuyla açıldı ve sertçe yutkundu.
Kafamı çevirip arkamı döndüğümde Aral’ın sert bakışlarının Anıl’ın üzerinde olduğunu gördüm. Demek onu bu kadar korkutan ve susmasına sebep olan şey Aral’dı. Benimle konuşurken yumuşacık olan bakışları şimdi Anıl’ın üzerindeyken öyle sertti ki şaşırmadan edemedim. İkisi de aynı kişinin bakışlarıydı fakat arasında dağlar kadar fark vardı.
“Ben…” dedi Anıl kekeleyerek. “Bende kahvaltı hazırlıyordum,” dedi fakat son hız yanımdan geçerek mutfaktan çıktı. Ağabeyinden bu kadar korkmuş olması neredeyse gülmeme neden olacaktı fakat kendimi tutmayı başardım.
Bakışlarım hâlâ Aral’ın üzerindeyken ona da “Günaydın,” dedim ve birkaç çekmeceye baktıktan sonra kendime bir bardak bulup su doldurdum. Ben suyu içerken ona bakmasam da Aral’ın bana baktığını hissediyordum. Bardaktaki suyu bitirip boş bardağı tezgâhın üstüne koyduğumda “Sorun ne?” diye sordum.
Kaşlarını çatarak bana baktığında “Bir sorun yok,” diye cevaplamasına rağmen öyle bir bakıyordu ki sanki bir şey olmuş gibi hissetmiştim.
“Öyleyse neden öyle bakıyorsun?”
“Nasıl bakıyorum?”
“Sanki…” diye söze başladım fakat sonrasında ne söyleyeceğimi bilemedim. “Her neyse,” diye geçiştirdim sonunda çünkü bunu açıklayabilecek tek bir kelimem dahi yoktu.
Aral’ın yanından geçip mutfaktan çıktığımda kalbim çok hızlı atıyordu. Kısacık bir konuşmanın ve çok kısa süren bir göz temasının bile bende bu kadar büyük etki yaratması anlamlandıramadığım şeyler düşünmeme neden oluyordu. Fakat şu anda bu tarz şeyler düşünmemeliydim zira çok daha büyük sorunlarım vardı.
Salona geçip bir kanepeye oturduğumda Çilli de minik adımlarla yanıma geldi. Eğilip onu yerden kaldırıp kucağıma koydum ve tek elimle başını okşadım. Minik kedi yanağını elime doğru sürtünce hafifçe kıkırdadım. Başını okşamam çok hoşuna gidiyordu.
Gözlerim kısaca etrafta dolaştığında bu evin sevgiden çok uzak olduğunu fark ettim. Çok cansız ve boğuk bir havasının olduğunu yeni fark edebiliyordum çünkü dün o kadar yorulmuştum ki içeriye çok fazla göz gezdirememiştim.
Bu ev asla benim yaşayabileceğim türden bir ev değildi çünkü bir kere çok sadeydi ve her şey koyu renkti. Ben daha çok canlı renkleri severdim ve anladığım kadarıyla Aral bunun tam tersiydi. Fakat şu anda burada uzun bir süre kalmayacağım için bunları dert etmiyordum. Aynı zamanda sonuçta burası benim evim değildi ve Aral kendi evini istediği gibi düzenleyebilirdi.
“Evi pek beğenmedin galiba?” Anıl’ın sesiyle bir anda dikkatim dağıldı ve hızla bakışlarımı ona çevirdim. Alaycı bir tavrı ve yüzünde yarım bir gülümseme vardı.
“Hayır, hayır. Ben sadece dalmışım. Yoksa beğenmediğimden değil.” Şu anda o kadar çok utanmıştım ki. Başka kalacak bir yerim yoktu ve burayı da beğenmeme gibi bir lüksüm yoktu. Yakalanmanın verdiği utançla yüzümün kızardığını hissediyordum ve bu kızarıklığı saklamak için başımı öne eğdim.
“Neler oluyor burada?” diyerek Aral girdi içeri. Gözlerimi sımsıkı yumup başımı biraz daha öne eğdim ve Anıl’ın bir şey söylememesi için dua ettim. Utanmamın sebebi Aral değildi, bendim. Çünkü zar zor kalacak bir yer bulduğum halde burası hakkında olumlu düşünmemiştim. Kabul ediyorum, kötü şeyler de düşünmemiştim fakat Anıl öyle söyleyince kendimi çok kötü hissetmiştim.
“Hiç, sohbet ediyorduk,” dedi Anıl içimin rahatlamasına neden olarak. Derin bir nefes aldım ve başımı kaldırarak gülümsemeye çalıştım. Kafamı kaldırdığımda Aral’ın çoktan bana bakıyor olduğunu fark ettim. Kaşlarını çatmıştı ve neler olduğunu anlamaya çalışır gibi bir hali vardı.
Neyse ki bu konuyla ilgili herhangi bir şey sormadı ve bir bana bir Anıl’a bakıp “Kahvaltı hazır,” dedi. Henüz yeni fark ettiğim elindeki kedi mamasını Çilli’nin yemesi için yere bıraktı. Bazen bu kadar ince düşünceli olmasına hayran kalıyordum.
Tek elimle minik kediyi alıp yavaşça yere koydum ve o da yemeğini yemeye başladı. Oturduğum kanepeden kalkıp mutfağa doğru adımladım. Anıl çoktan sofranın başına oturmuştu ve Aral da çayları dolduruyordu.
Boş olan sandalyeye geçecekken Aral benden önce davrandı ve bir centilmenlik yaparak sandalyemi çekti. Bu hareketine karşı bir an afallasam da sonra hemen toparladım ve sandalyeye oturup hafifçe gülümseyerek “Teşekkür ederim,” dedim. Bir şey demedi fakat yüzündeki sıcak tebessüm bir şey söylemesini de gerektirmiyordu. O da geçip sandalyesine oturdu ve o an küçük bir kıkırtı duydum.
Kafamı çevirip Anıl’a baktığımda gülmemek için kendini zor tutuyordu. Gözleri Aral ve benim üzerimde gidip geliyordu ve imalı bakışlar atıyordu. Aral’ın uyarıcı öksürük sesi geldiğinde Anıl gülümsemesini dizginlemeye çalışarak önüne döndü ve kahvaltısını etmeye başladı.
Aral benim tam karşımda ve Anıl ise çaprazımda oturuyordu. Aral masanın üstündeki çaydanlıktan her birimize çay doldurduktan sonra sessizce kahvaltı etmeye başladık. Sağ elim olmadığı için yemekleri sol elimle yemek zorunda kalıyordum ve alışık olmadığım için bu oldukça zor geliyordu fakat buna da alışacaktım.
Tabağıma aldığım birkaç parça kahvaltılığı yerken masada çatal bıçak seslerinin haricinde bir ses çıkmıyordu. Ta ki Aral konuşana dek.
“Alina,” diyerek adımı telaffuz ettiğinde gözlerimi tabaktan kaldırıp ona çevirdim. “Farkındayım, senin için zor fakat artık zamanı geldi. Bugün psikolog randevun var ama eğer gitmek istemezsen sonraya erteleyebiliriz. Bunu sana daha önce söylemem gerekiyordu ama bir türlü fırsat bulamadım.”
O gün gelmişti. Elimdeki çatalı yavaşça bıraktım ve derin bir nefes aldım. Bundan kaçış yoktu ve benim için en iyi olanın da bu olduğunu biliyordum. Daha hızlı toparlayabilmem ve bu duruma daha erkenden, daha iyi bir psikolojiyle alışabilmem için bu şarttı.
Annem ve babam bir an olsun aklımdan çıkmıyorlardı ve onların benim yüzümden artık hayatta olmadıklarını düşündükçe kahroluyordum. Artık bir kolum olmadığı gerçeği hayatın her anında yüzüme vuruluyordu ve hayallerimi artık gerçekleştiremeyeceğim gerçeği beni bir uçuruma sürüklüyordu ve ben o uçurumdan düşmek üzereydim.
Yaşadığım bütün bu olayları, duygularımı bir başka insana anlatacağım gerçeği beni ürkütse de bu gerekliydi ve o gün bu gündü. Bundan kaçamazdım.
“Sorun yok. Bende artık daha iyi psikolojiyle yaşamayı istiyorum. Sana gerçekten çok teşekkür ederim Aral ama bu bana yaptığın son iyilik olacak. Sana karşı çok fazla borçlandım.” Büyük bir minnettarlıkla mahcup bir ifadeyle gülümsedim.
“Bana artık teşekkür etmene gerek yok. Bunları bir teşekkür beklediğimden yapmıyorum. Sadece…” Cümlenin devamında söyleyecek bir şey bulamadı ve gözlerini masaya dikti çünkü zaten gözleri birçok şey söylemişti fakat ben bunları açıklayamazdım. Bende bir şey söylemesini beklemeden yeniden kahvaltımı etmeye devam ettim.
“Kahvaltıdan sonra sana birkaç para kıyafet alır ve sonra da kliniğe geçeriz.” İtiraz etmeden başımı sallayarak onayladım çünkü giyecek tek parça kıyafetim yoktu.
Yeniden sessizce kahvaltımızı ettikten sonra yalnızca kısa bir süreliğine Anıl’ın orada olduğunu unutmuştum. Sessizce bizi dinlemiş ve konuşmalarımıza dair hiçbir tepki vermemişti. Onu yeniden fark etmem kahvaltımı bitirdikten sonra kendini belli etmesiyle olmuştu.
“Her şey çok güzel olmuş, ellerine sağlık.” Bunları Aral’a bakarak söylediğim için Anıl hemen araya girmişti. “Hey, bende ona yardım ettim ama. Hepsini o yapmadı,” diye itiraz edince gülümseyerek ona baktım ve “Senin de ellerine sağlık Anıl.” Dedim.
Tabakları toplayıp kaldırmaya yeltendiğim esnada Aral bir anda uzanıp bileğimi tuttu. “Sen bırak, dinlen biraz. Biz hallederiz, değil mi Anıl?” Eli hâlâ bileğimdeyken kalp atışlarımın bir anlığına hızlandığını hissettim. “Tabii, biz toplarız hemen,” diyen Anıl’ın sesinin korkulu geldiğine emindim ama kanıtlayamazdım. “Peki o zaman.” Aral elini aniden bileğimden çektiğinde elinin sıcaklığının yerini bir soğukluk kapladı.
Masadan kalkıp lavaboya gittiğimde musluğu açıp elimi yıkadım ve yüzüme birkaç defa su çarptıktan sonra kafamı kaldırıp aynadan kendime baktım.
Çenemden aşağı süzülüp damlayan su damlalarını takip etti gözlerim. Sonra aynada kendi gözlerimle buluştu gözlerim. Şu an ne hissettiğimi açıklayamıyordum. Çok karmaşık bir durumun içerisindeydim ve derin soluklar alıp veriyordum. Kendimi toparlamaya çalışarak yüzümdeki birkaç damlayı sildim ve birkaç işimi halledip oradan çıktım.
Salona, Çilli’nin yanına gittiğimde o da çoktan kahvaltısını bitirmişti ve halının üzerine oturmuştu. Aniden kalbimin bu denli şiddetli çarpması afallama sebep oldu. Sadece bileğimi tutmuştu ama bu bile kalp atışlarımı değiştirmek için yetmişti.
Çilli’yi yerden alıp onunla birlikte kanepeye oturduğumda sakince yavru kedinin başını okşadım. Bana neler oluyordu böyle? Bir anda nasıl olmuştu da kendimi bu denli heyecanlı hissetmiştim. Elini çektiğinde oluşan soğukluk sanki tüm kalbimi kaplamıştı bir an. Sanki elimi tuttuğunda kendimi bir çöldeymişim gibi sıcak fakat sonrasında elini çektiğindeyse buzullara aitmişim gibi hissetmiştim.
Derin soluklarımın arasındaki düşüncelerimi bölen ses Aral’a aitti. “Hazırsan gidelim. Anıl tüm gün evde olacak, Çilli’ye o bakar, merak etme.” Başımla onayladığımda minik kedinin başını son bir kez okşadıktan sonra ayağa kalktım.
Evden çıktığımızda üzerimde Aral’ın dün giymem için bana verdiği kıyafetleri vardı. Bu yüzden önce bir mağazaya gidecek ve kıyafet alacaktık. Arabaya bindiğimizde de sessiz bir yolculuk olmuştu. Sadece arabada çalan hoş müziğin sesi vardı.
Sonunda geldiğimizde arabadan indik ve mağazaya girdik. İlk başta çekingence etrafıma baksam da hızlı olmam gerektiğinin farkındaydım. Gözlerim rahat birkaç parça kıyafet ararken Aral’da yanımda benimle birlikte yürüyordu. Kısa dakikalar içerisinde elime birkaç parça kıyafet aldım ve şöyle bir inceledikten sonra kıyafetleri Aral’a göstererek konuştum.
“Bunları alabiliriz.” Gözlerim bir elimde tuttuğum kıyafetler bir de Aral arasında mekik dokurken başıyla onaylayarak “Beğendiysen alabiliriz ama denemeyecek misin?” diye sordu.
“Hayır, zaten kendi bedenim. Denememe gerek yok.” Yine yalnızca başıyla onayladı ve elimdeki kıyafetleri aldı. “Sen arabada bekle, ben bunları ödeyip geliyorum.”
“Tamam.” Arabanın anahtarını cebinden çıkarıp uzattığında tek elimle anahtarı alıp arabaya gittim. Kapıyı açıp koltuğa oturduğumda sessizce onu beklemeye başladım fakat canım sıkılıyordu.
Arabadan bir müzik açtığımda tesadüfen keman sesi duydum. Evet, çok sevdiğim parçalardan biri çalıyordu şu anda. Ve kaza günü kulaklığımla dinlediğim son müzik. O an bende öyle bir yara bırakmıştı ki o gün o arabadayken dinlediğim son şarkıyı bile hatırlıyordum.
Gözlerimi kapattım ve kendimi müziğin ritmine bıraktım. Sonbaharda ağaçların yapraklarının bir bir düşmesi ve o tatlı esintiyi anımsatıyordu bu ses. Yağmurun altında yürürken arkadan gelen o sessiz ama bir o kadar güzel tını gibiydi. İşte şimdi gözlerim kapalı kendimi o anlarda hissederken arkadan gelen keman sesi kendimi huzurlu hissetmemi sağlamıştı.
Sanki hiçbir şey gerçekten yaşanmamış da ben hâlâ çok mutluymuşum gibi hissediyordum. Ve sanki hâlâ hayallerimi gerçekleştirebilirmişim gibi hissediyordum. Bu hayattaki en inanılmaz ve en müthiş duyguydu. Başarılı olma ve hayallerinin peşinden gitme isteği bir insana tahmin edemeyeceği birçok şeyi yaptırabilirdi.
Kapının açılma sesini duyduğumda aniden yerimden sıçrayarak gözlerimi açtım ve müziğin sesini biraz kıstım. Gelen Aral’dı. Arabaya bindiğinde elindeki poşeti arka koltuğa koydu ve ardından da arabayı sürmeye başladı.
“Aral teşekkür ederim ama…” kaşlarım çatıldı ve bir süre durduktan sonra cümlemin devamını getirdim. “…ama üstümü nerede değiştireceğim?” Bakışları bir anlığına bana döndü ve bunu düşünmediğini fark ettim. Gözleri tekrar yola döndüğünde onun da kaşları çatılmıştı ve sanırım şu anda sorunun cevabını düşünüyor olmalıydı. Bu yüzden bende sessizce bekledim.
“Bir yerde dursam, arabada değiştirebilir misin? Camlarda siyah film var zaten, dışarıdan görülmez.” Camlarda siyah filmlerin olduğunu biliyordum bu yüzden tedirgin hissetmesem de arabanın içinde kıyafetlerimi değiştirmek biraz zor olacaktı, üstelik tek elle.
Gözleri bir bende bir de yol üzerinde gidip gelirken başımı sallayarak onayladım. Arabayı kenara bir yere çektiğinde “Dışarıda bekliyorum,” diyerek arabadan indi.
Arka koltuğa uzanıp poşeti aldım ve içinden kıyafetleri çıkardım. Zor da olsa yaklaşık 6-7 dakika içerisinde kıyafetleri giymeyi başarmıştım. Üstümden çıkardığım Aral’ın kıyafetlerini de dizimin üstünde katlayarak az önceki poşetin içine koydum. Poşeti tekrar arka koltuğa koyduğumda camı açıp tekrar arabaya gelmesi için Aral’a seslendim.
“Artık gidebiliriz.” Arabanın etrafında dolanıp yeniden arabaya bindiğinde artık direkt olarak kliniğe gidiyorduk.
“Gerçekten hazır hissettiğine emin misin?” diye sordu Aral sessizliği bozarak. Hafifçe başımı salladım. “Eninde sonunda psikoloğa gidecektim. Ha şimdi ha sonra, ne fark eder?” bu kısa diyalogdan sonra yolculuğumuz sessizce devam etti.
Camdan dışarıyı seyrederken araba durdu ve geldiğimizi anladım. Büyük ve yeni bir binanın önünde durmuştuk. Kendimi derin bir nefes almak zorundaymışım gibi hissettim.
“Eğer kötü hissedersen ben kapının önünde olacağım. İstediğin zaman çıkabilirsin, bunu unutma.” Aral’ın yumuşak ses tonunu duyduğumda gözlerimi büyük binadan onun koyu kahve gözlerine çevirdim.
Bakışları insana güven veriyordu ve ben onun gözlerine baktığımda güvende hissettim. Söylediklerini aklımın bir köşesine yazdım ve kemerimi açarak arabadan indim.
Aral da yanıma geldiğinde yan yana büyük binanın girişine doğru yürüdük. Kapıyı benim için açtığında önden içeriye girdim ve oldukça sakin bir yer olarak geldi gözüme. Sakin ve huzurlu bir havası vardı. Burada başka doktorların kliniklerinin de olduğunu anlamak zor değildi.
Asansöre bindik ve benim doktorumun olduğu kata çıktık. Asansörden inip koridor boyunca ilerlediğimizde doktor odasının önüne gelmiştik ve ben o anda doktorun ismini bilmediğimi kapının üzerinde yazan ismi gördüğümde fark ettim. Doktorumun ismi Aylin Öner idi.
“Ben buradayım,” diyerek Aral bana destek olduğunda ona hafifçe tebessüm ettim. Sol elimle kapıyı hafifçe tıklattığımda içeriden gel sesini duyunca kapıyı açıp içeri girdim. Aral da arkamdan odaya girdi.
“Hoş geldiniz. Bende sizi bekliyordum.” 30’lu yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim kadın oldukça sevecen bir şekilde karşılamıştı bizi. Siyah kısa saçlarını açık bırakmıştı. Masmavi gözleri ise ışıl ışıldı. Güler yüzlü olması biraz olsun rahatlamama ve kendimi daha iyi hissetmeme neden olmuştu. Bende gülümseyerek karşılık verdim.
“Hoş bulduk Aylin abla. Sana bahsetmiştim, Alina.” Aral benim adıma konuştuğunda ona içimden teşekkür ettim çünkü şu anda gerçekten konuşmaya korkuyordum. “Merhaba,” diyerek bir tepki verme gereği duydum yoksa kendimi çok daha tedirgin hissedeceğime emindim.
“Merhaba Alina. Nasılsın?” Yüzündeki sevecen gülümsemesi yerini koruyordu. Bende ona gülümseyerek “Teşekkür ederim, iyiyim. Siz nasılsınız?” Sorusunu kibarca yanıtladığımda o da bana aynı şekilde karşılık verdi.
“Aral, sen çık istersen artık.” Aylin Hanım kibarca Aral’ı odadan kovduğunda Aral son kez bana bakıp odadan çıktı ve kapıyı da arkasından kapattı.
“Alina’cığım sende şöyle geç otur ve başlayalım.” İşaret ettiği koltuğa geçip oturdum. Masanın tam karşısında olan koltuğa oturduğum gözlerim kısa bir an etrafta gezindi. Sade ve minimalist düzenlenmişti. Pek bir eşya yoktu. Aylin Hanım da kendi koltuğuna oturduğunda karşı karşıyaydık.
“Evet,” diyerek söze başladı ve bende dikkatimi ona verdim. “Bunu bir psikolog randevusunda değil de sanki bir arkadaşınla sohbet ediyormuşsun gibi düşünmeni istiyorum. Kendini rahat hissedebilirsin. Tedirgin olmana gerek yok.”
“Peki. Elimden geldiğince rahat olmaya çalışacağım.”
“Öncelikle şunu bilmeni istiyorum ki burada konuştuklarımız bu odadan çıkmayacak. Bu söz konusu bile olamaz.” Hafifçe başımı salladım ve biraz daha rahatladığımı hissettim. Mesleği gereği hastası ile ilgili konuştuklarının başka bir yerde söz konusu olmayacağını biliyordum. Yeniden derin bir nefes aldım ve artık tamamen hazır hissediyordum.
“Peki Alina,” dedi bu sefer direkt konuya girerek. “Bana en başından ne olduğunu ve neler hissettiğini anlatmak ister misin?” Mavi gözlerini gözlerime dikmişti fakat bakışları yumuşaktı.
“Şubat ayıydı, günü hatırlamıyorum. Keman çalacaktım, müziğimi sergileyebilecektim. Bunun içinde sahneye çıkmak üzere birkaç arkadaşımla birlikte bir otobüs yolculuğuna çıkmıştık. Çok fazla yağmur yağıyordu ama ben yine de çok mutluydum. Her şeyin güzel olacağından o kadar emindim ki…” Sertçe yutkundum ve konuşmakta zorlandım fakat devam etmem gerektiğinin farkındaydım.
“Sonra bir kaza oldu, büyük bir kaza. Her yerde çığlıklar vardı ve benim koluma cam kırıkları batıyordu. Yardım çığlıklarımız yeri göğü inletiyordu fakat bizi kimse duymuyordu. Canımın çok yandığını hatırlıyorum. Hayatımın artık alt üst olduğunu, hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını hissediyordum içten içe.”
Gözlerim doldu, bir süre bir şey söyleyemeden öylece bekledim. Gözlerim yerdeydi duygularıma hâkim olmaya çalışıyordum. Kafamı yeniden kaldırıp doktora baktığımda pür dikkat beni dinlediğini gördüm ve konuşmaya devam ettim.
“Sonra hastane odasında uyandım ve o gün hem annemi hem de babamı kaybettiğimi öğrendim. Bir de sağ kolumu. Dünya başıma yıkılmış gibiydi. Çiçeklerle süslenmiş hayatım bir anda yangın yerine dönmüştü. Tüm o çiçekler de benim hayallerim gibi kül olup gitmişti. O andan itibaren kendimi bir hiç olarak kabul ettim. Artık kimse beni sevemezdi. En yakın arkadaşım ve sevgilim tarafından ihanete uğradım. Çevremdeki insanların gerçek yüzlerini görmek, her şeyin bir anda üstüme gelmesi kaldırabileceğim bir şey değildi.”
Tek elimle gözümden damlayan bir damla göz yaşını hızlıca sildim. Sürekli gözlerimi kaçırıyor ve zar zor konuşuyordum.
“Ölmek istedim. Aklımın ucundan bile geçirmeyeceğim bir düşünce üşüşmüştü zihnime fakat hemen sonra attım bu düşünceyi zihnimden. Çünkü ölüm bir kaçış yolu değildi benim için. Benim için asıl ölüm bir daha keman çalamayacak olmamdı. Beni bitiren de bu oldu ama son darbeyi vuran evimin, aileme dair olan kalan son hatıranın da elimden kayıp gitmesi oldu. Üstelik benim yüzümden.”
Kendime duyduğum bu amansız öfke kaşlarımı çatmama ve yaşların gözlerimden hızla akmasına sebep oldu. Duygularım birbirine girmişti. Şimdi fark ediyordum ki her şey benim suçumdu. Ben tam bir aptaldım. Annem ve babam benim yüzümden ölmuştu. Bütün bunların suçlusu bendim.
Yaşamayı hak etmiyordum fakat ölmek de istemiyordum. Yaşam ve ölüm arasında bir araftaydım sanki. Hayat beni nereye iterse oraya gidiyordum.
“Evim yandı. Bütün hayatımın orada geçtiği güzel evim bir yangın yerine döndü ve ben artık oraya gidemiyorum. Kendi evime bile bir yabancıyım artık. Bütün bunların sebebi olmam üstesinden gelemediğim bir durum. Kaldıramıyorum artık bütün bu olanları. Eziyet çekiyorum. Ruhum bedenime dar geliyor, düşüncelerim, zihnimin içinden çıkmayan, daima orada olan fısıltılar rahat bırakmıyor beni. Sıkışıp kaldım bütün bunların içerisinde. Ne yapsam, neyi düzeltmeye çalışsam elimde kalıyor. Ben artık gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum.”
Göz yaşlarım usulca yanaklarımdan akarken doktorun önündeki kâğıda bir şeyler yazdığını fark ettim. Zihnimdeki o fısıltılar yeniden beynime üşüşmüştü ve bir an olsun susmuyorlardı. Beni bir an olsun rahat bırakmıyorlardı. Kendimi çok daha kötü hissediyordum. Oysa bunun bana iyi gelmesi gerekmiyor muydu?
“Eğer kendini kötü hissediyorsan sonra devam edebiliriz. İlk günden seni zorlamak istemiyorum.”
“Hayır, hayır ben iyiyim, devam edebiliriz.” Gözümden akan yaşları sildim ve derin bir nefes aldım.
Toparlanmam ve dimdik ayakta durmam gerekiyordu ama bu çok zordu. Hayatım boyunca dik durmak konusunda hiç bu kadar zorlandığımı hatırlamıyordum.
“Alina şu anda oldukça zor bir süreçten geçiyorsun. Senin yerinde başka bir insan olsaydı belki bu kadar bile dayanamazdı.” Bende dayanamıyorum zaten diye haykırmak geldi içimden fakat bunu yapmadım.
“Hayallerine bir daha ulaşamayacağın veya bir daha keman çalamayacağın konusunda seni bu düşüncelere iten şey nedir?” diye sordu bu kez. Durdum ve düşündüm önce. Aslında cevap çok açıktı.
“Bir kolum olmadan nasıl keman çalabilirim ki? Hadi bunu başardım diyelim, insanlar bir daha bana aynı gözle bakmayacak ki. Onların gözünde engelli bir birey olarak kalacağım daima. Kimse beni bu şekilde kabul etmeyecek. Kimse bir kolu olmayan bir müzisyeni sevmeyecek.”
Başımı hızla aşağı yukarı sallayarak söylediklerimde haklı olduğumu onayladım kendi kendime. Evet, kimse böyle bir insanı sevmez ve desteklemezdi. Daha ben kendimi bu şekilde sevemezken insanlar beni nasıl sevecekti?
Doktor yeniden kâğıda bir şeyler yazınca bir an oraya ne yazdığını merak ettim. Söylediklerim hakkında ne düşünüyordu bilmiyordum ama ben haklı olduğumu düşünüyordum.
“Peki Alina, bence bugünlük bu kadar yeter. Daha sonra kaldığımız yerden devam ederiz. Fakat senden bir isteğim var.” Meraklı gözlerle ona baktığımda “Nedir?” diye sordum.
“Şu anda bir kemanının olmadığını tahmin ediyorum. Bir sonraki seansımıza kadar kendine bir keman almanı ve onunla olabildiğince zaman geçirmeni istiyorum. Bunu yapabilir misin?”
Bu benim için zor olacaktı fakat yapabilirdim, en azından denerdim. Başımı aşağı yukarı sallayarak cevabımı belirttiğimde Aylin Hanım ayağa kalktı ve yanıma geldi. Bende ayağa kalktığımda birden bana sarıldı. Bunu hiç beklemiyordum ve sadece öylece kalakaldım.
“Emin ol her şey düzelecek. Geçmişin izlerini silmek kolay olmayacak ama elimden ne geliyorsa yapacağım.” Sarılması soğuk değildi aksine bir anne sıcaklığı vardı. Geri çekildiğinde hafifçe tebessüm ettim. O da aynı şekilde gülümsediğinde “Teşekkür ederim.” dedim. “Her şey için. Ama bazen geçmiş geçmez.”
Kapıyı açıp dışarı çıktığımda Aral’ı kapının yanındaki bir sandalyede otururken buldum. Yüzünde sıkıntılı ve tedirgin bir ifade vardı. Benim için endişelendiği yüzünün her zerresinden okunuyordu.
“Artık gidelim,” diyerek endişesini azaltması için ona gülümsedim fakat ağladığımı anlamış olacak ki kaşları daha fazla çatıldı. Bir anda ayağa kalktı ve beni kendine çekerek sarıldı. Az önceki bu tepkiyi de beklemediğimden yine öylece kalakaldım fakat bu kez bende sol kolumu Aral’ın sırtına koydum.
Kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki bunu anlamasından korktum. Sarılmasında huzur vardı. Rahatsız hissetmek yerine huzurlu hissediyordum. Kısa bir süre öyle kaldıktan sonra bir anda sanki kötü bir şey yapmış gibi anında geri çekildi.
“Affedersin, ben sadece bir an seni öyle görünce…” Sözünü keserek araya girdim. “Aral, önemli değil. Açıklama yapman gerek yok. Artık gidebilir miyiz?”
Başını aşağı yukarı salladı ve birlikte asansöre bindik. Biz asansöre binene kadar kapının önünde bizi izleyen Aylin Hanım’ı son anda fark etmiştim.
Büyük binadan çıkıp arabaya bindik ve yol boyunca hiçbir şey konuşmadık. Bende sadece arkadaki hoş müzik eşliğinde camdan akıp giden yolu izliyordum.
Her şeyin güzel olacağına dair inancım sarsılsa da hâlâ inanıyordum. Düzelecektim. Benimle birlikte her şey düzelecekti.
Bakışlarımı mavi, bulutlarla kaplı olan gökyüzüne çevirdiğimde kendime ve daha çok aileme bir söz verdim.
Anne, baba… oradasınız biliyorum. Kendim için ama en çok da sizin için başaracağım. Hayallerimin peşinden gidecek ve sonunda sizi gururlandıracağım. Söz veriyorum, rüyamı gerçekleştireceğim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kemanımın Sesi
Genel KurguAlina Sezer konservatuar öğrencisi genç bir kızdır. Alina yağmurlu bir kış gününde performans sergilemek üzere kemanıyla sahneye çıkacaktır. Ama işler planladığı gibi gitmez. Hayatının dönüm noktası olan bir kaza geçirir. Ailesiyle güzel bir hayat...