tell me

57 10 4
                                    


Jeno evden hışımla çıktı. Merdivenleri inerken ceketini üstüne geçirmekle uğraşmıştı. Gözlerini dolduran yaşların düşmemesini umuyordu. Nefes alamıyor gibi hissediyordu. Dışarı çıkar çıkmaz elini boğazına götürdü. Berbat hissediyordu.

Okulda berbat bir gün geçirmiş, ummadığı şeylerle karşılaşmıştı. Daha önce hiç bu kadar tek başına hissettiğini hatırlamıyordu. Eve gelince kafasını dağıtmayı düşünmüştü ama belli ki bunun hayalini kuran sadece o değildi. Babası da dağıtıp eve gelmişti. Jeno ona yardım etmeye çalışsa da sarhoşluğun etkisiyle pişman olacağı şeyler söylemişti. Jeno2nun son hatırladığı şey elindeki şişeyi rastgele fırlatıp çıkmasıydı.

Orta halli bir aileydiler, evleri ve durumları iyiydi. Beş yıl öncesine kadar iyi bir aileydiler de. Annesi onları terk edene kadar. Babası o zamandan beri bağımlılıklarıyla uğraşıyordu. Eşinin gidişini kabullenememiş, aslında onları terk etmediğine kendini inandırmıştı. Jeno için alkolü azaltmaya çalışsa da Jeno haftada en az iki kez onu kör kütük sarhoş buluyordu.

Telefonunu çıkarıp saate baktı. Akşam yediydi ama aklına tek bir yer geliyordu. Adımları kararını beklemeden ilerlemeye başladı. Gözyaşlarını tutmayı başarmış, ellerini montunun ceplerine sokmuştu.

Okulda kimsenin geçemediği bir dersten geçmişti. Bunun için gece gündüz çalışmış, kil hamurundan yaptıkları diş figürünü mükemmel hale getirmek için haftalarca uğraşmıştı. Sonucunun böyle olmasını bekliyordu.

Beklemediği şey sınıftan birinin onun ödevini çaldığını ve kendisininkinin kayıp olduğunu iddia etmesiydi. Jeno sakin kalmıştı, bunun doğru olmadığını zaten biliyordu. Haklıydı ve kanıtlayabilirdi.

Beklemediği şey arkadaşlarının gözünde gördüğü şüpheydi. Kendisini savunmuş, kanıtlarını ve bunun ne kadar saçma bir argüman olduğunu sunmuştu. Günlerce çalıştığını söylemişti. Profesör eninde sonunda ona inanmış ve geçer not vermişti ama Jeno hala arkadaşlarına inanamıyordu.

Ona iftira atılmasına izin verilmesinin yanı sıra, buna inanmış olmaları Jeno'yu tahmin edemeyeceği kadar yaralamıştı. En azından Jaemin yanında olmuştu ama burada bitmiyordu. Eve gelmiş, babasını etrafı dağıtmış ve sarhoş bir halde bulmuştu.

Jeno kafenin kapısını tereddütsüz bir şekilde iterken derin bir nefes aldı. Chaerin'in orada olmayacağını tahmin ediyordu ama sadece sıcak ortamın bile ona iyi gelmesini ummuştu.

"Hoşgeld- Jeno?"

Chaerin karıştırdığı dolaptan arkasına dönünce şaşırdı. Jeno'da onu gördüğüne şaşırmıştı. Yavaş adımlarla ona ilerledi.

"Neden buradasın?" Jeno'nun sorduğu soru, Chaerin'in burada çalışmasına bakılırsa komikti. Ama Jeno hep onun vardiyasında gelirdi ve Chaerin akşam vardiyasına kalmazdı.

"Bugün ben kapatacağım. Rica ettiler."

Chaerin onun varlığına oldukça alışmış şekilde arkasına dönüp dolap kapaklarını kapattı. İçeride ikisinden başka kimse yoktu. Akşam olduğunda açtıkları sarı ışıklar ortama loş bir ambiyans veriyordu. Tezgaha bıraktığı bezi de lavabonun kenarına koyup ona döndü. Çaktırmasa da bu saatte burada olmasını beklemiyordu.

"Yüzüne ne oldu?"

Jeno kaşlarını çatıp ciddileşti. Onları birbirlerinden ayıran kasa tezgahının üstünden elini uzatıp hafifçe Chaerin'in çenesini tuttu. Bunu düşünmeden yapmıştı. Odağı o kadar elmacık kemiğindeki kızarıklık ve yara bandındaydı ki umursamadı. Chaerin nefesini tutmuştu. Neyden bahsettiğini bir süre anlamadı bile. Cevap vermeyişi Jeno'yu endişelendirdi.

sad, beautiful, tragic [lee jeno]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin