Emre'ye ismini eski ailesi vermişti ama Ali bu ismi beğendiğini için değiştirmeye zahmet etmedi. Onu canlarından çok seven ailesi neredeyse nesillerdir dövüş sporlarıyla uğraşmış bir sülalenin parçasıydılar. Emre'nin babası Ercan da ailesinden aldığı sporcu genleriyle donanmış ve hayatını sporla geçirmiş bir boksördü. Saat gece 9'a yaklaşıyordu.Ercan ulusal bir boks şampiyonası için ön elemelere gidiyordu ve ailesinin de kendisini izlemesini istemişti. Bordo bir Alfa Romeo 156 ile elemelerin yapıldığı binaya gidiyorlardı. Emre, annesi Fatmanın ince kolları arasında uyuyakalmıştı.
"Tatlım, biliyorum bu işler böyledir ama o dağ ayılarının sana saldırmasını görmek beni rahatsız ediyor."
Ercan tebessüm ederek sağ elini eşinin bacağına koydu.
"Merak etme, rakiplerimi inceledim ben. Bu gece bana sağlam bir darbe vuramazlar. Hepsini indiririm sen kocana güven. Hem söz verdin bana unutma."
Karşılıklı tebessümleri, bir anda tüm aracın içini dolduran son derece gürültülü korna sesi ve büyük tır farlarının kör edici ışıklarıyla kesildi.. Emre, parçalanmış ve yanmaya başlayan arabadan kurtulabilen tek can olmuştu. Sağlığında bir problem çıkmasa da mucize eseri gözünü es geçen bir cam parçasının yüzünden artık kaşının biraz üstünden gözüne kadar uzanan bir yara iziyle yaşayacaktı.Evin yeni üyesi yürümeyi öğrendiğinden beri sürekli evin her yerini turluyordu. Zeynep'in en sevdiği aktivitesi onu arkasından "şimdi yakalayacağım, şimdi yakalayacağım" diye kovalayıp onun gülüşünü duymaktı. Ali ise Emre eve geldiğinden beri pek dingin olmuştu. Sabahları Zeynep Emre'yi beslerken gazetesini okur, kahvaltısını yapar, evden çıkarken ise karısının ve çocuğunun başını öperdi. Emre'yi tam anlamıyla kendi çocuğu olarak görmeye başlamıştı. Tabi ki hastane olaylarından sonra akrabalarına çocuğun evlatlık olduğunu söylemek zorunda kalıyordu.
Bir haftasonu birlikte Ali'nin annesinin yanına gittiler. Annesi Hatice'nin habersiz gelen kuzenleri de oradaydı. Ali bunun güzel bir denk olduğunu düşündü çünkü bu sayede annesi ona ve ailesine nefret kusamayacaktı. Eski kahverengi koltuklara yerleştiklerinde Emre, Zeynep'in kucağından indi ve etrafta gezinmeye başladı. Diğer çocuklardan farklı olan Emre neredeyse kimseyi yabancılamıyor, herkesin onu sevmesine izin veriyordu. En son ona yüz vermeyen anneannesinin yanına geldi. Hatice anne ayıp olmasın diye onun başını okşamakla yetindi. Hatice annenin kolunda ışıldayan altın bilezikler Emre'nin dikkatini çekmişti. Sürekli anneannesinin kucağına çıkmaya çalışıyor, etrafında dönüyor ve annesine sesleniyordu. Hatice anne iki saatte de olsa yumuşamaya başlamıştı. Torun sevme isteği onun içinde müthiş bir ikilem yaratıyordu. Hatice anne, Emre'nin ısrarlı ve sevgi dolu çabaları karşısında duygusal bir çıkmaza girmişti. İçindeki ikilem, gelinine duyduğu öfke ve kırgınlık ile torun sevgisinin çatışmasıyla daha da karmaşık bir hal almıştı. Emre'nin samimiyeti ve sevgi dolu tavrı, Hatice anne için beklenmedik bir duygusal dönüşüm başlatmıştı. Bu karışık duygular arasında, Hatice anne, geçmişle gelecek arasında bir denge kurma çabası içindeydi. Dakikalar sonra kendisi bile tam farketmeden Emre'yi kucağına almış oynuyordu..
Ali'nin yaşamdan başka bir beklentisi kalmamıştı artık. Sünnet olmuş, okulunu okumuş, askere gitmiş, evlenmiş ve son olarak çocuğu da olmuştu. Babasından kalan miras ile birikimlerini birleştirip aldığı evi sayesinde bir güvencesi de vardı. Bundan sonraki adım olsa olsa emeklilik olurdu ama bunu istese de aceleye getiremezdi.Emre'nin zekası çoktan kendisini fark ettirmeye başlamıştı bile. Annesi, okul öncesi eğitim adı altında ona sayıları ve harfleri öğretmeye çalısıyordu. Onunla birlikte oynadığı oyunlarda ona kaç oyuncak var gibi küçük matematik soruları soruyor; o ise kolayca eliyle sayıp söyleyebiliyordu. Zeynep onun bu becerilerini keşfettiğinden beri onu geliştirmek için çaba harcıyordu. Çocuğunun kendi kocası gibi okumuş bir adam olacağına olan inancı, her ne kadar yorgun olsa da onu çocuğuyla ilgilenmeye itmeye başlamıştı. Ona kitaplar okurken, kelime dağarcığını genişletmek için çeşitli oyunlar oynuyorlardı. Emre'nin merakı, onun her gün yeni bir şey öğrenmesini sağlıyordu. Bu merak hem bir lütuf hem de bir lanet gibiydi. Neredeyse her zaman merakı korkusuna üstün geliyor ve göze çarpan objelere çekiliyordu. Zeynep haftada en az üç kez oğlunu mutfak tezgahına ya da koltuğun üst tarafları çıkmış halde buluyor ve yüreği ağzına geliyordu. İlk başta Ali ve Zeynep, Emre'nin mutfak tezgahına nasıl çıktığını çözemedi. Onun yerdeki çekmeceleri açıp merdiven gibi kullandığını gördüklerinde Ali kahkahayı bastı. Küçücük çocuğunun hedefleri için böyle pratik çözümler bulduğunu görmek ister istemez içinde bir gurur duygusu oluşturuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Acıdan Doğan Güç
Ficción Generalİnsan neden acı çektiği halde kaçamaz tek başına uzaklara? Çünkü kötü bir yere ait olmak, hiçbir yere ait olmamaktan daha iyi ve güvende hissettirir.. Zorundaymışsın gibi hissettirir. Hele ki.. Hele ki ait olduğun yer de sana ait ve muhtaç ise.. ...