Titreyen elleri çevirmesi gereken yere dokundu, soğuk suyun üzerine gelen her damlası bedeninin biraz daha üşümesine sebep oluyordu. Buz gibi suyun altına girdi önce, küvet daha tam dolmadan bitirmek istiyordu bu işi. Sol elinde ufak bir fotoğraf, sağ elinde ise kendine hazırladığı son vardı. Temiz ellerini kan kirletecekti birazdan, son kez masumluğunu koruyan fotoğrafa baktı. Hafif bir gülümseme, içini saran hoş sıcaklık mutlu etti onu. Bu fotoğrafa son kez baktığını bildiğinden derinlerce inceledi, detayların tümüne baktı. Sonra küvetten dışarı fırlattı fotoğrafı, artık tek seçenek sağ elindeydi.
Gözleri de küvet gibi dolmaya başladı, istemiyordu aslında, ama zorundaydı, zorunda gibiydi.
Sanki şimdi yapmazsa bir daha asla mutlu olamayacakmış gibiydi.
Zaten pek mutlu değildi hiçbir zaman, aşırı mutlu olduğu tek bir gün bile yoktu. Hayatını hep şiddet, kötülük ve boktanlık ile geçirmiş biri olsa bile hep gülerdi neticede. Kimse bilmezdi içinde yaşayan, günden güne kendisini öldüren zehrini.
Hep güler yüzlü olmaya çalıştı hayata, insanlara karşı, hep düzeltebilir sandı, sandığı kadar da yanıldı.
Şimdi ölmek, onun için en güzel, en kolay kurtuluş yoluydu, ya ölecekti, ya da ölecekti.
Bir anda köşede duran telefonu titremeye başladı, acınası bir titreşim klozetin üstüne fırlatılmış telefonu bir o yana bir bu yana sallıyordu. Defalarca titredi telefon, açan olmadı.
Felix elindeki paslı demir parçasına baktı, değer miydi bunca şeye? Elbette değmezdi. Ama aslında hiçbir şeye değmezdi, yaşamaya da, sevmeye de. Bu yüzden yapacaktı zaten Felix, çabalarının tek sonucunun hüsran olduğunu bildiğinden buradaydı.
Felix gözlerini kapattı, kan tutardı onu, korkardı böyle şeylerden normalde. Gözlerinden akan birkaç damla yaş birazdan kırmızı rengine dönecek temiz suya karıştı.
'Kendine bu ucuz ölümü yakıştırıyor musun?' dedi içinden. 'Her ölüm en nihayetinde ucuz değil midir? Bir bakarsın en mutlu gününde hayatın sona ermiş, ne aptalca.' dedi sonra. Kendi kendiyle kavga ediyordu.
Soğuk su ona artık ılık gelmeye başlayınca, artık yapması gerektiğini anladı.
'Özür dilerim sevgilim, sana layık olamadığım için, özür dilerim kendim, benliğimi koruyamadığım için, yaşamayı bilmediğim için.'
Ve bileğinden akan kanın sıcaklığı bedenini yandırdı.
'Tanrı'm, beni affedersin, değil mi?'
Kesiği derinleştirdi.
'Hyunjin, sen de affeder misin ki beni?'
Ve tüm hisleri birden gitti, demir parçası elinden düştü.
"Çünkü ben kendimi asla affetmeyeceğim.'
Gözleri derinleşti, koyulaştı. Kendine yakıştırdığı ölümü izledi, gözleri kapalıydı oysaki. Son kez hayal ettiği surata baktı, öptü, kokladı, öldü onun kollarında defalarca. Ve bitti, bittiğini anladı. Işık kesildi, karanlığa gömüldü. Evet, bu onun derin deniziydi. Hyunjin onun derin, hırçın deniziydi. Onu en dipte boğan, güzeller güzeli denizi.
___
"Sikeyim, neredesin Felix!"
Defalarca aramıştı, ulaşılamadığını gördüğü hâlde. Sadece 1 saniyeliğine sesini duysa, içindeki bu boktan his gidecekti. Olmuyordu işte, bir türlü gitmiyordu o his, geçmiyordu o acı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Haberin yok ölüyorum, Hyunlix.
Fanfiction"Hyunjin, haberin yok, ben ölüyorum. Sen gelirken ben gidiyorum." angst.