Düşüncelerimden kurtularak kendime geldiğimde aynı kısmı defalarca kez çalıyordum, parmaklarımı ben kontrol etmeden aynı hareketi tekrarlıyordu; Hyunjin'in çaldığı müzikten küçük bir parça...
Yedi yaşlarındaydım ve her yıl yaptığım gibi ormanın ortasında tek başına duran evi inceliyordum pencereden... Sanki beni çeken bir şey var gibiydi, anlam veremesem bile...
"Baba bu evin ne kapısı ne de penceresi yok, orada kim yaşıyor?"
İşaret ettiğim noktaya kilitlendi, bir süre gözleri orada gezindikten sonra şaşkın bir ifade ile bana döndü. "Nereye bakıyorsun? Orada ev yok."
Bakışlarımı tekrar aynı yere götürdüm, oradaydı tam karşımda ama başka kimse göremiyordu. O günden sonra sekiz yıl gibi bir süre daha dönmemiştik ancak geldiğimizde tekrar pencerenin kenarına yanaşmıştım, gerçekten de orada hiçbir yer gözükmüyordu.
Belki de hayaldi, küçük bir çocuğun anlamsız hayali. Ben o evi izledikçe birisi ile bakıştığımı hissederdim ancak kimseyi görmezdim, Jisung'a tabiki bunlardan da bahsetmiştim. Belki de haklıydı, bunlar yalandı... O ev gibi yaşadıklarım daha doğrusu yaşadığımı sandıklarım bir yalandı...
Başımı kaldırarak etrafıma bakındım, o yoktu. Belki de gitmiş olmalıydı, gözlerim tekrar dolmuştu. "Hayır..." dedim kendime. "Geçmiş için ağlamamalısın."
Kendimi tuttuğumda bir süre sonra yaşlar da akmadan kaybolmuştu ancak buna rağmen gözlerimin yandığını hissediyordum.
Kalkarak çantamı aldım ve bahçeye doğru ilerledim, Kkami burada olmalıydı ki tahminimde yanılmamıştım; suyun kenarından sesleniyordu, birisi varmışçasına.
Ona yaklaştım ve yanına oturdum, o havlamaya devam ederken başını okşuyordum; şuan kendimi yorgun hissediyordum... Açıkcası ne buradan çıkmak istiyordum ne de burada kalmak... Hayatta bir amacım kalmamıştı, eskiden vardı; aşık olmak...
Yanımdan kopardığım birkaç çimen parçasını suyun üzerine fırlattım, benim gibi birisini kim isteyebilir? Bazen kendime dahi tahammül edemiyorum, geçmişte olan şeylere rağmen hala üzülüyordum ve bu çok anlamsızdı. Üzülmek neyi değiştirirdi, birisi çıkıp bana çocukluğumu verebilir miydi? Hayır, veremezdi... Güzel hayallerimin kurulmadan yıkıldığı anlar o zamanlardı, aklımın karanlık dumanlarla sarmalandığı bir süreçti aslında...
Neden alışamamıştım, bunları artık normal görmem gerekmez miydi? Belki de hepsi bir hayal ürünüydü ve korkmamı gerektirecek bir şey yoktu ben abartıyordum... Ve birisinin böyle bir korkağı sevmesini bekleyemezdim... Nedenini bilmeden gülerek dirseğimi dizlerime, çenemi ise avuç içlerime yasladım.
Kendimi bıraksam ne olurdu? Ayağıma bağlayacağım bir ağırlıkla kendimi soğuğun içine atsam, yanımda yüzeye çıkan damlacıkları görür müydüm? Suyun altı karanlık olur muydu? Boğulmak ne kadar acı verebilirdi ki?
Hayır, geri dönüşü olmayan kararları duygusal bir anda vermemem gerekirdi. Sonrasında pişman olabileceğim şeyleri düşünmemeliydim ama ölüm bazen korkutsa da bazen de düşündürüyordu...
Yine görüntüm bulanıklaşmaya başlayınca kendimi tutmaya çalıştım, yanağıma değdirilen yumuşaklıkla başımı çevirdim. Hyunjin elinde bir peçete ile gözümden istemememe rağmen sızan yaşları siliyordu.
O da üzgün gözlerle bana bakıyordu ve ben şuan herhangi birisine sarılmak istiyordum ancak yanımda sadece o vardı. Ona ise dokunamayacağımı biliyordum.
Kendimi çok yorgun hissediyordum, uykum vardı; zoraki bir gülümseme ile bakarak kalktım ve 2. açıklığa ilerledim.
İlk burada uyandığım odaya gitmek istiyordum, koridora adım atmamla yine ışıklar yanmıştı; nereye gitmek istediğimi biliyor olmalıydı...Omuzumun üzerinden baktığımda o da bana aynı şeklinde omzunun üzerinden bakıyordu, bakışlarımı çevirerek aydınlığı takip ettim.
Kapıya vardığımda içeriye girdim, masaya yaklaşarak çantayı yere bıraktım ve yatağa uzandım. Dizlerimi göğsüme doğru çekmiştim, iki elim de başımın altındaydı.
Gelen adım seslerine bakacak kadar bile iyi hissetmiyordum, gözlerimi kapatarak uyumaya çalıştım.
Bilincim bulanıklaşmadan hemen önce çeneme kadar üzerimin örtüldüğünü hissettim.
...
Uyandığımda kendimi daha iyi hissediyordum, üzerimdeki örtüyü kaldırdım; çantamı alarak odadan çıktım ve bahçeye ilerledim. Eğer burada kalacaksam zamanımın tadını çıkarmalıydım, belki onunla anlaşmayı deneyebilirdim. Sonuçta kaybedebileceğim hiç bir şey yoktu...Onu bahçede göremeyince yan taraftaki çimenliklere ilerledim, dar yolun sonunda solmuş güllerin arasında onu gördüm. Elindeki çiçeği sağa sola çeviriyordu, gözlerini ayırmadan.
Yanına oturduğum da gülü yere bıraktı ve bana baktı. Hiçbir şey demeden çantamdan çıkardığım iki onigiriden birini ona uzattım, almasını söylediğimde eline alarak boş boş bakmaya başladı. Kendiminkinden bir ısırık alarak gülümsedim. "Tadı çok güzel... Hadi sen de ye."
Ben yemeye devam ederken hiç bir şey söylemedi, öylece bakınmaya devam etti. "Sen yemek yiyemiyor musun?" dediğimde başını aşağı eğerek tekrar kaldırdı. Biraz düşündükten sonra ani bir hareketle yüzümü ona yaklaştırdım. "O zaman beni de yiyemezsin, değil mi?"
Cevap vermeyeceğini bilmeme rağmen bir süre aynı şekilde bekledim ancak gözlerine uzun süre bakınca sanki ani bir hareket yapacak gibi hissediyordum, geri çekilerek gülümsedim.
"Ben de seni yemem." diyerek gülmeye başladım. Hiç bir şey dememesine rağmen gözleri parlıyordu, yine bir duygu uyanmıştı sanki ama yüzünde başka hiçbir belirti yoktu.
Son parçayı da ağzıma götürürken elini yüzüme yaklaştırdı, ne olduğunu anlamadan kafamı biraz geri çektiğimde elindeki onigiriyi gördüm.
Yavaşça göz kırparak bana yaklaştırdığında bana kendi yedirmesine izin verdim. Büyük bir parça almıştım ve bu nedenle yanağım şiş duruyordu.
Diğer elinin baş parmağı ile dudağımın kenarında kalan pirinç parçasını çekerek yanağımı okşadığında kızardığımı hissederek elimi kaldırdım, onigiriyi avucuma koyarak kalktı ve ortadan kayboldu.
"Bu adam..." dedim kendi kendime. "Neden böyle davranıyor?"
Tam bende olduğum yerden kalkacaktım ki bir anda her yer karanlığa büründü. "Işıklar neden kapandı?" dedim nefesim hızlanmadan hemen önce.
Bahçede mum yoktu ama evin içerisinde vardı, oraya ilerlemeliydim belki hala yanıyorlarsa orası aydınlık olurdu. Kalkarak geldiğim yere yöneldim, ince yoldan geçerken karşıma aniden bir karartı çıktı. "Hyunjin?"
Hayır, bu o değildi. Hyunjin'in beyaz tenini karanlıkta az da olsa ayırt edebilirdim ama bu karşımdaki her neyse olduğu gibi siyahtı, etrafından daha koyu bir siyah...
Gözlerimi kıstığımda başından yukarı doğru çıkmış iki boynuzumsu yapıyı farkettiğimde hatırladım, bu eskiden gece gördüğüm gölgelerdendi.
Nefesim düzensizleşmişti, hızla bana ilerlemeye başladığında geri dönerek kulübeye koştum. Kapıyı kitleyerek karşı tarafındaki duvara geçtim, tahtaları arasından geldiğini gördüğümde yanımda duran çuvalı üzerime geçirdim.
Vurma sesleri yankılandı, kapıyı kıracakmışcasına kuvvet uyguluyordu.
Kulaklarıma ne dediği anlaşılmayan fısıltılar doluyordu, iyice kontrolden çıkan soluklarımı da işitiyordum. Duyduklarıma kapının kırılması da eklenince hemen gözlerimi sıkıca kapattım.Çuvalın çıkarıldığını ve kolumun tutulduğunu hissetmemle boğazım yırtılırcasına çığlık attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Melodisi /HYUNLİX
FanficKaranlık evin odalarında gezen yalnız bir ruh olan Hyunjin onu tekrar hayata döndürecek kişiyi beklemektedir. O sıralarda tesadüfen labirent gibi koridorlara giren ve yolunu kaybeden Yongbok ile karşılaşır. Hyunlix