Başıma en fazla ne gelebilirdi? En üstteki taşın üzerine basarak aşağıdakine yöneldim. Taşlar sadece basamak gibi aşağı inmek ile kalmıyor aynı zamanda kendi etrafında sarmal oluşturuyordu.
Sonuncusuna da ayağımı attığımda kayarak yere düştüm, yosun olup olmadığına dikkat etmemiştim. Başımı kaldırdığımda onu gördüm, bir tabutun içerisinde ve onu çevreleyen güllerle beraberdi.
Ayakta durarak karşısına geçtim, tabut dik duruyordu; yere konmamıştı. Saçları kırmızı yapraklar arasında kayboluyordu ve teni, önce gördüğümden daha farklıydı soluk değildi sanki; dokunabilirmişim gibi. Üst ve alt kirpikleri birbiri içinde karışmıştı, huzurla uyuyor gibiydi.
Gerçekten dokunabileceğimi merak ediyordum, elimi yanağına yaklaştırdım ancak göz kapaklarının hareketlenmesi ile geri çekildim.
Yavaşça araladığı bakışları beni bulduğunda hareket etmeye çalıştı, daha dengesini koruyamadan yere düşecekken kolundan ve omuzundan tutarak destek oldum.
Dizleri bükülmüştü, sağdaki yere daha yakındı. Boyu benden uzun olmasına rağmen şuan benden kısa gibi duruyordu, dirseğinden kırdığı sol kolunu tutuyordum. Ben ona dokunabiliyordum...
Başını kaldırarak gözlerini gözlerime sabitledi. Dudaklarını daire oluşturacak şekilde hafif öne çıkardı, birkaç defa gözlerini kırpıştırdı.
"Yo-" Kısa bir süre duraksayarak yine dudaklarını aynı şekle getirdi. "Yongbok..."
İlk defa konuşmuştu, ben şaşkınlık ve anlam veremediğim bir mutluluk içerisinde onu izlerken kulaklarına varan bir gülümseme belirdi yüzünde.
Gülmek ona gerçekten de çok yakışıyordu ben de aynı şekilde gülümsediğimde onun gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı ama bu sefer kırmızı değildi şeffaftı.
İlk defa konuştu, ilk defa gülümsedi, sonunda gözlerinden normal yaşlar aktı ve ben ilk defa ona dokunabildim.
Elini onu tuttuğum elime koydu ve bu sefer teni soğukta değildi. "Çıkalım buradan."
Başımla onaylayarak kolunu omuzuma attım, bir elimle belinden tutarak ağırlığını bana vermesine izin verdim. Yukarı çıkmasına yardım ettim ancak yüzeye vardığımda gördüklerimle daha çok şaşırdım.
O açıklıklar, o bahçe, kulübeye giden yol hiçbiri yoktu. Dışarıdaydık; çimenliklerin üzerinde bisikletim, çantam ve bize koşan kkami vardı. Arkamı döndüğümde o son bastığım taşta yoktu ancak Hyunjin yanımdaydı.
...
HYUNJİN
Yıllardır süren bekleyişin ardından nihayet, beni birisi kurtarmıştı. Koridorlar arasında sürdüğüm esaret, amaçsızca dolanışım son bulmuştu. Yanaklarını süsleyen küçük beneklerle bana ne de tatlı bakıyordu, sevimli kahramanım; büyük ihtimalle beni kurtardığının farkında bile değildi.Sonunda vücudumun ısındığını, derin nefes aldığımı ve en önemlisi kalbimin attığını hissediyordum. Onun sayesinde...
Korktuğum olmamıştı, eğer işe yaramazsa belkide onu göremezdim bu düşünce beni ürkütse de gerçekleşmemişti ve karşımda bana bakıyordu. Sarı saçlı güneş ışığım...
...
Zorlansa da beni evine getirebilmişti, mutfak kapısına bakan salondaki yatağa uzanmamı sağlamıştı. O yemek hazırlarken ben de kokuyu içime çekiyordum, ne zamandır bu kokuyu almamıştım; bunu bile özlemiştim.
Odanın içerisine bakındım, tek yaşıyor olmalıydı yoksa neden salona yatak koyardı? Kendisinin bir kaç fotoğrafı asılıydı yanımdaki dolapta, bazıları şimdiki hali bazıları ise çocukluk hali. O küçüğün de kendisi olduğunu boncuk boncuk bakan gözlerinden anladım ve yine güler yüzünden.
Aklıma bir anda bir soru geldi: O muydu yoksa o onun çocuğu muydu? Nedenini bilmesem bile ensemde bir soğukluk hissetmiştim; aniden gelen kırgınlık, üzüntü hissi böyle bir şey miydi?
Buraya açılan 4 kapı vardı: eve girdiğimizde bizi karşılayan balkon, içerisinde ne olduğunu bilmediğim bir oda, mutfak ve lavabo.
Çok geçmeden elinde tepsi ile yaklaştı yanıma, beni düşünmesi tatlı da olsa yüzünde ciddi bir ifade vardı; kim bilir ne kadar soru vardı aklında...
"Yongbok..." İsmi hoşuma gidiyordu, hiç sıkılmadan tüm gün seslenebilirdim ona.
"Hm?" elindeki kaşığı bana yaklaştırırken devam ettim. "Teşekkür ederim."
Hafif de olsa gülümsedi. Kasedeki çorbayı yedirdikten sonra tepsiyi kenara koydu ve yanıma oturdu. "Hyunjin, neler oluyor?"
Ona nasıl anlatabilirdim, benden korkmaz mıydı? Gerçi benden korksaydı bunca zaman yanımda bulunmazdı. Sakin kalmasını umarak söze başladım. "Yongbok... Ben eskiden, yani ölmeden önce..." kelimeleri bir araya getirmekte zorlanıyordum onu kaybetmek istemezdim.
Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapatarak ayrıntı vermeden tek cümlede söyledim. "Ailem, ben öldükten sonra tekrar hayata dönebileyim diye büyü yaptırdı."
Tek gözümü açarak tepkisini izledim, öylece beni izliyordu. "Neden buna ihtiyaç duydular?"
Diğer gözümü de açarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Ben doğduğumdan beri hastaydım, her gün kan kusuyordum-"
"Gördüğüm kanlı peçeteler senin miydi?"
"Evet..."
Bir süre sessizce bekledikten sonra devam ettim. "Daha yeni 20 yaşıma geldiğimde tedavilerin işe yaramadığı ve yakında öleceğim kesinleşti. Ben fazla önemsemiyordum, tüm günümü piyano çalarak ve resim çizerek geçiriyordum. Annem ise beni kaybetmemek için babama yalvarıyordu, o da dayanamayarak bir büyücü ile anlaştı. Ruhumu eve hapsettiler, birisi müziğini yani daha doğrusu duygularını benimle paylaştığında büyü bozulacaktı ve ben tekrar hayata dönecektim. O evin ise girişi kapanacaktı."
"Bu yüzden mi duygularımla çalmamı istiyordun?"
"Evet..." dedim. "Seni korkuttuysam özür diler-"
Bir anda bana sarılmasıyla ne yapacağımı bilemedim."Önemli değil ama..." diyerek başını geri çekti, direkt gözlerime bakıyordu. "Ellerini kaşımayı bırakmazsan benimde büyü yapmam gerekecek."
Baktığımda el üzerimin yer yer kanadığını farkettim, bilinçsizce kaşımıştım. Tırnaklarımı oradan uzaklaştırıp bende ona sarıldım ve gülümsedim. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor ve sanki yanaklarım yanıyordu ama içimde korku değil huzur vardı, bu hissi daha önce yaşadığımı hatırlamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Melodisi /HYUNLİX
FanfictionKaranlık evin odalarında gezen yalnız bir ruh olan Hyunjin onu tekrar hayata döndürecek kişiyi beklemektedir. O sıralarda tesadüfen labirent gibi koridorlara giren ve yolunu kaybeden Yongbok ile karşılaşır. Hyunlix