Aralık baktığımda sanki yer sallanıyor gibiydi yoksa belki de ben hareket ediyordum, dizimde ve sırtımda birinin elini hissediyordum. Birkaç santimetre yere yaklaşarak tekrar yükseliyordum, başımı yukarı kaldırdığımda yine gözlerim kapanmadan gördüğüm şey siyah uzun saçlardı.
...
(Rüya)
Her zaman geçtiğim sokaklardan, çocukluk maceralarımın yaşandığı mekanda geziyordum. Hava ılıktı ne sıcak ne soğuk.
Hafiften bir rüzgar esiyordu ama kendimi boşlukta hissediyordum. Suyun içerisinde dibe batıyormuşcasına kollarımı yüzeye uzatmıştım gibi bir yoğunluk vardı sanki, her ne kadar soyut bir his olsa da.
Yerden kaldırdığım bakışlarım başka birisi ile buluştu, doğrudan bana bakıyordu. Etrafıma göz gezdirdiğimde tek kişinin o olmadığını farkettim, sokaktaki herkes bir suç işlemişim gibi beni izliyordu.
Benim olduğum tarafa hareket ettiklerinde geri birkaç adım attım ancak çok gidemeden yere düştüm. Aralarından bir kişi karşıma dikildi, soğuktu bakışları; buz gibi soğuk...
"Bir şeyleri gizlemeye çalıştıkça daha çok belli ediyorsun."
"Neyi?" dedim çekinerekte olsa. "Neyi belli ediyorum?"
Her yer siyaha boyanırken üç kelime sarfetti. "Kendine olan nefretini..."
Karanlık odanın içerisine tutulmuş beyaz ışıkla oraya ilerledim, birisi yere çökmüş ağlıyordu. Ona yaklaşmak istercesine elimi uzattım ancak görünmez bir duvara değdiğinde daha fazla ilerletemedim. Gözlerimi çevrede gezdirdim, burayı tanıyordum.
Resim çizdiğim masa, her gece kabus gördüğüm yatak, şuanda yere atılmış korktuğumda sarıldığım yorgan, koluma attığım kesiklerin sahibi çakı... Hepsi... Hepsini anımsadım, eşyalardan yere damlayan kan lekelerine kadar...
...
Uyandığımda bakışlarımı etrafta gezdirdim, yatakta yatıyordum. Yanıma bırakılmış çantamdan bir şeyler atıştırarak bahçeye yöneldim, kkami oradaydı;Hyunjin'in etrafında koşuşturuyordu.Sağ tarafa ilerlemesi ile bende yönümü değiştirecekken gittiği yerde yanyana iki piyano gördüm. Önceden orada değillerdi, biri 2. diğeri ise 3. açıklıktaydı. Hyunjin mi onları getirmişti?
"Hyunjin, piyanonun burada ne işi var?" Yanına gittiğimde bana cevap vermeden enstürmanın önüne geçti. Giderek yanına oturduğumda tuşların üzerine bırakılmış yazıyı gördüm: Yardım etmek istiyorsan, benimle beraber çal.
Başımı kaldırarak ona baktım ve evet anlamında başımı salladım. Önüme düşen bir tutam saçı yavaşca kulağımın arkasına götürdü ancak veda eder gibi bakıyordu, hüzün dolu gözlerle bir daha birbirimizi görmeyecekmişiz gibi.
Umarım o da gitmezdi; arkadaşlarım,annem ve babam hepsini kaybetmiştim. Bir kişiyi daha kaybetmek istemiyordum. Bakışlarımı tuşlara çevirerek çalmaya başlamadan hemen önce konuştum. "Hyunjin, sen de beni bırakma."
Onun bakışlarını üzerimde hissederken son çaldığımız şekilde başladım, görüş alanını üzerimden çekerek o da uyumlu bir şekilde bana katıldı. Sesler yükselirken düşüncelerime kayıyordu dikkatim.
Ben kendimden nefret mi ediyordum? Sevmiyor muydum? Rüyamda ağlayan o bedeni düşündüm, o bendim. Annemi kaybetmiştim ve üzerinden bir yıl geçmeden Jisung ile aram bozulmuştu. Yaşamam için bir sebep kalmamıştı, yani en azından ben öyle düşünüyordum.
Üzüldüğümde kendime zarar veriyordum, birisine sinirlendiğimde yine kendime zarar veriyordum. Ne yaşadığıma anlam veremezsem de yine aynısını yapıyordum, peki ya mutlu olduğumda?
Mutlu olduğum bir zamanı düşünmeye çalıştım, üniversitenin ikinci yılının sonuydu; zorlanmama rağmen bütün dersleri başarı ile geçmiştim, o zaman ne yapmıştım? Hatırladım, yine aynısı...
Aynada gülen yüzümü gördüğümde içimde anlam veremediğim bir öfke oluşuyordu ve bana bir his kendimi öldürmemi söylüyordu. Ben galiba gerçekten de kendimden nefret ediyordum...
Sevecek değildim sonuçta korkaktım, duygusaldım, yalnızdım. Arkadaş edinmeyi bile başaramıyordum, başkaları beni sevmiyorken ben kendimi nasıl sevebilirdim? Düşüncem ile beraber bedenimin soğuduğunu hissettim.
Ama benim bir suçum var mıydı?Halisülasyonları, sanrıları görmeyi ben seçmemiştim. Her gece kabuslarla uyanmayı, sabaha kadar kulaklarımı dolduran fısıltıları içimdeki çocuk istememişti. O da isterdi güzel rüyalar görmeyi, uykusunda renk renk çiçeklerle dolu kırlarda ya da kristallerle kaplı gezegenlerde gezmeyi...
Peki duygusallık? O gördüklerimin hayal olduğuna emin olduktan sonra kimseye anlatmamıştım, deli olduğumu düşünmelerini istememiştim.
Babamın sözleri geldi aklıma, haklıydı. Her duyguyu yaşamalıydım ama ben üzüntüyü ikinci plana atmak istiyordum ve eskiden de öyle yapmıştım. Önceden içimde, kalbimin en derinlerinde sakladığım için şimdi yapamıyordum. Yüreğime aynı duygulardan daha fazlasını sığdıramıyordum...
Beni neden sevmemişlerdi o zaman? Bunlar yüzünden miydi? Yaşadıklarım yüzünden, hislerim yüzünden... Belki benimde suçumdu ve bu yüzden sevmiyorlardı ama beni benden başka kim tam olarak anlayabilirdiki? Onlar sevmezlerse ben nefret edilesi biriyim mi demektir? Hayır... Onlar sevmeseler bile en azından ben... Ben kendimi sevmeliyim; o küçük çocuğu, suçsuz küçüğü, kendimi dinlemeliydim. Kendimi sevmeliydim, değer vermeliydim...
Düşünürken tek başıma çalmaya devam ettiğimi ve Kkami'nin kıyafetimden çekiştirdiğini farketmemiştim.
Hyunjin yoktu, Kkami ise bana bir şey göstermek ister gibiydi. Israrla dişlerini kumaştan çekmediğinde ayağa kalktım, pantolonumu bıraktığında onun peşinden tekrar göletin yanına koştum. Yani en azından önceden göletti...
Kıyıdan baktığımda taşlar merdiven gibi aşağıya uzanıyordu ancak içerisinde su damlacıkları bile gözükmüyordu. "Su nerede?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Melodisi /HYUNLİX
FanfictionKaranlık evin odalarında gezen yalnız bir ruh olan Hyunjin onu tekrar hayata döndürecek kişiyi beklemektedir. O sıralarda tesadüfen labirent gibi koridorlara giren ve yolunu kaybeden Yongbok ile karşılaşır. Hyunlix