Köy meydanının ortasında dizlerimin üstüne çöktüm. Başımdaki şapkayı çıkarıp kenara fırlatırken puşimi indirdim yavaşça. Gözlerimden birer damla süzüldü. Ateşler her yanı sarmış dumanlar karanlık geceyi griye boyuyordu. Dizlerimin dibinde on yaşlarında küçük bir çocuk vardı. Ellerim titreyerek ona gitti ve kucağıma çektim. Titreyen elim boynuna gitti bir umut. Yoktu... Ölmüştü...
(Dört Saat Önce)
Harekât merkezindeydim. Albay ve ben vardık. "Bu göreve yalnız gideceksin Üsteğmen'im." başımı hafifçe öne eğdim. Önüme dosya uzattı. Alıp açtım. Konum bilgileri harita ve daha önce görmediğim bir adam vardı. Kılam Xateyo İranlı yirmi yedi yaşında. Bomba uzmanı konum bilgisi yok.
Başımı kaldırıp Albay'a döndüm. "Emriniz nedir?" "Herifi bul gereken her bilgiyi al paketle ve dosyada yazan konuma bırakıp dön." "Emredersiniz Komutanım." Ayağa kalkıp hazır ola geçtim. O da kalktı. "Bir saate çıkıyorsun. Gizlice. Yolun açık olsun Üsteğmen." "Sağ olun Komutanım!"
Odama geçmiş sivil kıyafetlerimi giydim. Çekmecedeki telefonu aldım ve hemen çıktım karargâhtan. Hızlıca evime gelip motorumu garaja koydum. Eve çıkıp cebimden telefonumu çıkardım ve hemen telefonumu kapatıp çekmeceye koydum.
Siyah sırt çantamı çıkardım dolaptan içine kasamdaki şarjörlerden el bombalarından ve tabancalardan koydum. Siyah iki tane kargo pantolon iki tişört koydum. Bir asker yeşili kargo pantolon ve siyah tişört çıkardım. Çantama puşimi koyup kapattım.
Üstümü giyinirken karargâhtan aldığım telefonu açtım. Üçüncü numarayı aradım. "Dost musun düşman mı?" "Dost dediğin başa düşman dediğin ayağa bakarmış." Kahkahası geldi. "Börülce nerelerdeydin?" derin bir nefes aldım. "Boş ver. Bana her zamanki yerde tak çıkar T5000 ve bir kaç oyuncak. Bu gece. Halledebilir misin?" güldü. "Üç saate orada olur." "Eyvallah." Kapattım. Telefonu kapatıp çantama attım.
Saçlarımı sıkıca ensemde topuz yaptım. Künyemi çantamın küçük gözüne koydum. Bir şişe su ve birkaç konserve koyup dosyayı da çantama attım ve kapattım.
Siyah şapkamı takip üstüme siyah eşofman üstü giyip kapüşonumu kapattım. Üstüne de asker yeşili kısa yağmurluğumu giydim. Rahattı. Ayağıma su yeşili Outdoor trekking ayakkabılarımı giyip sıkıca bağladım. Çantamı alıp evin anahtarını aldım ve çıktım. Sigortaları kapattım kapıyı kilitleyip anahtarı garaja sakladım.
Şehir merkezinden sınıra yakın köye otobüsle gelmiş köyde inmiştim. İki saattir de yürüyordum. Sınırı geçeli bir saat olmuştu. Uzun namlulu silahı alacağım ve biraz soluklanacağım yer ilerdeki tepenin arkasında kalıyordu ama bir sorun vardı. Yerimde dururken kapüşonumu indirip gökyüzüne baktım. Duman... Çok fazla gri duman...
Koşmaya başladım. Tepeye çıktığımda yutkundum. Bütün Köy aleve verilmişti. Her yer yanmış kül oluyordu. Tepeden hızla koşarak aşağıya indim. Etrafta yangın sesi dışında tek ses yoktu.
Köy meydanının ortasında dizlerimin üstüne çöktüm. Başımdaki şapkayı çıkarıp kenara fırlatırken puşimi indirdim yavaşça. Gözlerimden birer damla süzüldü. Ateşler her yanı sarmış dumanlar karanlık geceyi griye boyuyordu. Dizlerimin dibinde on yaşlarında küçük bir çocuk vardı. Ellerim titreyerek ona gitti ve kucağıma çektim. Titreyen elim boynuna gitti bir umut. Yoktu... Ölmüştü...
Türkmen köyüydü burası. İtfaiye sesleri gelince gözlerimi silip yanımdaki şapkamı aldım ve ayağa kalktım. Hızlıca uzaklaştım köyden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYAT AĞACI
General Fiction"Işığım sönmüş benim dünya yansa aydınlanmaz dünyam." "Bilemezsin Demir. Geleceğe dair bir çok plan yapabilir bir çok öngörüde bulunabilirsin ancak..." işaret parmağı alnımı gösterdi. "Alnında yazan neyse onu yaşarsın." derin bir nefes aldım konuşma...