Acı dolu bir haykırış duyuyordu kadın. Ölüm meleği gibi bekledi sokak lambasının altında yine bir kötülüğün katili olmuştu ve yine ölüm meleğini andırıyordu ıssız caddede. Bembeyaz tenini süsleyen siyah saten elbisesi ve topuklu ayakkabılarıyla üzerine sıçrayan kanı umursamadan sessizce ay ışığını izliyordu. Ayaklarının dibinde ağlayan, yakaran, yalvaran adam hiç mi hiç umurunda değildi. Ellerine sıçrayan kan lekelerini izledi bir süre. Ardından küçük çantasının içinden sigara paketini çıkarttı. İçinden rastgele seçtiği bir sigarayı dudaklarına götürürken yeşil lensleriyle sakladığı gözleri çevreyi taradı.
Adamın iniltileri yavaşça azalırken kadın ölüme eşlik eden hüzünlü bir şarkıya benziyordu. Karanlık sokakta topuklu ayakkabılarının yarattığı ufak tıkırtılara aldırmadan sigarasını içerek cinayet mahallinden tasasızca ayrılıyordu. Yaprakların ninnisini dinliyordu, dumanın dansını takip ediyor gözlerinin önündeki binlerce gölgenin arasından başı dik ayrılıyordu. Bacaklarındaki kan lekelerini, ellerindeki katliam kokusunu umursamıyordu. Masum küçük bir kız çocuğunun annesini kaybettiği gibi bakıyordu gençliğine. Çocukluğunu, hayatını tüm kahkahalarını cılız sokak lambalarının altında, katil olarak harcamıştı.
Kendine güzel bir çam ağacı buldu ve altında nefeslendi bir süre. Ardından siren seslerini duydu. Yüzünde acınası bir gülümseme belirdi. Elindeki ölmeye yüz tutmuş izmariti yere attı. İnsanlar öyle kendi halinde, öyle umursamazdı ki... Vücudu kan lekeleriyle dolu genç bir kadın gördüğünde ne katil ne de maktul olduğunu düşünüyorlardı. Gözlerinin önünde yaşayan binlerce ceset görünmezdi onlar için. Günlük eğlencelerde kendini kaybetmiş binlerce ceset geçip gidiyordu gözlerinin önünden. Kendini kalabalığın arasına bıraktı. Caddeyi sessiz adımlarla geçip evinin demir kapısının önüne vardı.
Merdivenleri alışık olduğu bir hızla çıktı. Duvar kağıtları yırtılmış eski dairesinde musluktan damlayan her su damlasının sesini duyuyordu yine. Su damlalarına içinden veda etti. Tahtadan yapılmış eski dolabının üzerinde aylardır hareketsizce bekleyen deri valizin kullanılma vakti gelip çatmıştı. Tüm eşyalarını bir valize doldurdu. Sanki hiç yaşamamış gibi ayrıldı o evden. Alt katta yaşayan ev sahibinin kapısına bir veda mektubu ile iki aylık kirasını koyduğu bir zarf sıkıştırdı.
Öyle kolaydı ki bir şehri terk etmek, veda etmek... Özlemini çekeceği hiçbir şey olmadığı içindi belki de. Ya da özlemini duyduğu her şeyi reddettiği içindi. Kendini mahkum ettiği yalnızlığa gömüleli uzun zaman oluyordu. Yaşamına giren herkesi bir şekilde kaybetmişti çünkü. Kiminin kanı ellerindeydi hala, kiminin yanan teninin kokusunu solumuştu, kiminin toprağına gözyaşlarını akıtmıştı.
Siyah spor arabasını hızla sürüyordu. Kırmızı ışıkları takip etmiyor, hız sınırını aşıyordu. Hayatındaki tüm sınırları kaldırmayı bir şekilde başarmıştı. Yalnızlığını özgürlük haline getirdiğinde mutlu olacağına inanmıştı ama ünlü bir cesedin de söylediği gibi "Mutluluk sadece paylaşıldığında gerçekti."
Hava alanının kapısının önüne geldiğinde aracının kapısını açtı. Valizini omzuna yaslayıp, dışarı çıktığında rüzgardan dolayı savrulan kömür karası saçlarının arasında yerde yatan bir mülteci gördü. Bu ülkeye geldiğinden beri üzüldüğü tek şey ülkedeki sefaletti. Arabanın kapısını kapatmadan yürümeye başladı ve araba anahtarını mültecinin önündeki kartona yavaşça attı. Bir an ona inanamayan gözlerle bakan adamı seyretti. Gözlerindeki şaşkınlık sadece kısa bir anlığına kendini iyi hissetmesini sağladı.
"Vicdanını böyle rahatlatıyorsun Nemesis?"
İçindeki o hırçın, şeytani ses fısıldadı. Kadın yutkundu ve adamın şaşkınlığını bir kenara bırakarak güvenlik kapılarına doğru adımladı. Üzeri aranırken bir an gülümsedi. Alaycıydı her şeye rağmen alaycıydı. Çünkü bu genç polisler üzerinde bir silah olmadığında bu kadının güvenli olduğuna inanıyordu. Gözleri bir anlığına arkaya takıldı. Sakalları uzamış, saçlarına hafif aklar düşmüş çıplak ayaklı mülteci ağlayarak kadını seyrediyor bir yandan da gerçekliğine inanamıyormuş gibi arabanın kapısını tutuyordu.
Sahte pasaportu yine iyi iş başarmıştı. Nehir Karaca olarak İstanbul'a bir bilet aldı. Bu şehir kadının hikayesini başlatan yerdi. Bu şehir kadının acılarından yaptığı sarayın temelini atan yerdi. Bu şehir kadının acılarından yapılan sarayın yıkıldığı yerdi. Bu şehir kadının kendi acılarının enkazının altında kalıp can verdiği yerdi.
Şehre bir kadın girdi. Kaygısızca ama bir o kadar da hüzünlü. Şehre bir kadın girdi ellerinde kanın kokusu fakat gözlerinde masumiyeti.
"İstanbul bana masumiyetimi geri verecek misin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nemesis.
RomanceEline bir fırça aldı genç kadın. Maviyle yeşil arasında gidip gelen gözlerini beyaz duvara dikti. İsyankar çiziklerle duvarı karanlığa boyadı. Bir harita çizdi kendine. Farklı medeniyetleri kendi karanlığına bahşetti. Hayatı boyunca hiçbir zaman gör...