"Karanlıktan korkmamalısın" dedi.
Korkuyla koyulaşmış mavileri, güzel kadının yeşilleriyle buluştu. Üşüyordu çocuk. Evinin sıcaklığına istiyordu fakat bulamıyordu. Annesinin fotoğrafı burada yoktu. Babasının piyanosu yoktu. Annesinin çok sevdiği şömineden yoktu. Burada bir sürü mutsuz insan vardı. Duvarların çatlakları adeta ruhunu emiyor, küçük pencereden yansıyan ay ışığı korkusunu azaltmıyordu.
Yatağının ucunda tanımadığı bir kadın onunla konuşmaya çalışıyordu. Boğazına tıkanmış hıçkırıklar, yüzünde ki donmuş gözyaşları sözlerine zincir vurmuştu. Soğuk odada son umutlarıymış gibi tutundukları kirli yorganların ardında meraklı birkaç göz parıldıyordu. Bazıları ise en kötü rüyalarda düşermiş gibi yatağında irkiliyordu. Yerler oldukça ucuz bir fayanstan yapılmıştı ve içerisinin soğukluğu bundandır. Küçük kız ise ne yerdeki fayansları anlayabiliyor, ne çelikten yapılmış tek kişilik yatağın ne kadar eski olduğunu görebiliyordu. İki karıştan fazla olmayan pencerenin küçüklüğünün henüz bir önemi yoktu.
Bir çift deniz mavisi göz ne rüyalarında dertlerle boğuşuyor, ne de çevreyi inceleyebiliyordu. Fakat kimse gözlerinin ardında sıkışmış korkuları göremiyordu. Annesi okşamıyordu bu kez başımı. Odası yanmıştı, en sevdiği oyuncağı ve babasının maun piyanosu yanmıştı. Küçük kızın eteklerinin ucu yanmıştı ve ruhuna bulaşan alevler hiç de uzak görünmüyordu artık. Panjurlu evleri yıkılmış geriye sadece korkularını gözlerinin ardına atan küçücük masum bir beden bırakmıştı. Yatağında kollarını bacaklarına dolamış ve burada ki sahte gülüşlü kadınların zorla yıkadığı saçlarının ardına gizlenmişti.
Büyümüş ve gözlerinin ardında olan korkuyu silmiş, yetimhanenin küflü duvarına yaslanmış korku dolu gözlerime dikmişti bakışlarını. İşte ben yine oradaydım. Bu kez anlayabiliyordum duvardaki çatlakları ve tek kişilik yataklara bırakılmış binlerce kimsesiz kız çocuğunun neden çığlıklarla uyandığını rüyalarından. Şimdi anlayabiliyordum mavi çelik dolapların kapılarının neden kapanmadığını ve neden damlattığını tüm muslukların. O gece hissettiği korkuyu anlayabiliyordum. İçimde yine o kendini bilmez ses fısıldıyordu. 'Onları sen öldürdün!' diyordu. Her bir kelimesiyle tüyleri ürperiyordu küçük kızımın. Ve o henüz tüylerinin ürperdiğini anlayamayacak kadar küçüktü. Korkuyordu ve neyden korkması gerektiğini bilmiyordu.
Ela gözlü kadın yatağından kalktı. Saçlarını yapay bir şefkatle okşayıp uzaklaştı. Küçük kız ise okyanus rengi gözlerini pencereden dışarıda görünen aya sabitlenmişti. Belki de o gece kaybetmişti ay parlaklığını. Belki de ay çalmıştı gözlerinin ferini ondan. Kim bilir...
Çatlak duvardan koridordaki minik ayak seslerin duymamla doğruldum. Bu sahneyi görmek istemiyordum. Yeniden yaşamak istemiyordum. Minik adımların ardında yatan büyük gerçeği bir arkadaşın ne anlama geldiğini yeniden öğrenmek istemiyordum. Aradan geçen 20 senenin biraz bile hafifletmediği acı göğsümü yokladı.
Küçük kızın yatağı hafif bir baskıyla gıcırdadı. Odanın içinde bulunan korkmuş ve korkutucu iki çift mavi göz, tatlı küçük kahve gözlere saplandı. Çekik gözlü, uzun saçlı, küflü duvarlara rağmen mutlu. Aradan geçen yirmi yıla rağmen hala aklında, ses tonunda ki nazlı eda. Adı Zehra. Gözleri birer çikolata parçası ruhu adeta kanatsız melek.
Küçük, tombul elini uzattı Zehra. Biraz çekinerek adını söyledi. Merakla sordu kendinden küçük kıza ismini. Hep bir kardeşi olsun isterdi. Diğerleri onu istemezdi, sevmezdi. Küçük Nemesis, adının anlamını dahi bilmiyor o zamanlar. İntikam ne demek? Diye sorsan, cevap veremeyecek belki. Kendi zayıf elini uzattı. Boğuk sesiyle "Nemesis" dedi. Zehra anlamadı, Nemesis tekrar etti. Zehra yeniden sordu. Nemesis, o anlayana kadar tekrar etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nemesis.
RomanceEline bir fırça aldı genç kadın. Maviyle yeşil arasında gidip gelen gözlerini beyaz duvara dikti. İsyankar çiziklerle duvarı karanlığa boyadı. Bir harita çizdi kendine. Farklı medeniyetleri kendi karanlığına bahşetti. Hayatı boyunca hiçbir zaman gör...