Merhaba!
Henüz bir okuyucu kitlem olmasa da buralar değerlenecek, biliyorum. Bir kişi okumasa bile ben bu hikayeyi yazmaya kararlıyım. Bu bölümü yazarken fazlasıyla Beth Hart dinledim. Fakat Türk Sanat Müziğine olan aşkım hikayenin içine Müzeyyen Senar'ı iliştirmeden durmadı. Dolayısıyla işte bölüm şarkıları;
Beth Hart - Lullaby Of The Leaves
Mediha Demirkıran - Huysuz ve Tatlı Kadın
Müzeyyen Senar - Kimseye Etmem Şikayet
Neşe Karaböcek - Kemancı
***
Denizin Kırık Camları
Kasketimi çıkarıp motosikletimi kilitledim. Garajdan dışarı adımlarken kafamın içindeki uğultu gözlerimi kör ediyordu. Garaj kapısını açıp dışarı çıktım. Cebimdeki anahtarlardan eve ait olanı ayırmaya çalışıyordum. Başarılı olamıyordum. Hiçbir şeye odaklanamıyor, eve girmek istemiyordum. Kapının ardındaki duvarlar bana apaçık yalnızlığımı haykıracak, tek başıma uyuduğum deri koltuk benimle alay edecekti.
Sinirlerim harap olmuş İstanbul'un sesi kulaklarımda yankısını sürdürüyordu. Ateş yanıyor, ben de öyle diyordu. Defalarca, binlerce kez aynı şarkının aynı mısrasını dinliyordum. Yokluğunda, ondan sakındığım duygularımı apaçık belli ediyordum. Kalbim sıkışıyordu, göğsüm daralıyordu. Anahtarları toprak zemine fırlattım. Evimin önündeki söğüt ağacının yerlere kadar uzanan dallarının arasından dalgaların sesine yöneldim. Yürürken saçımdaki tokayı çıkarıp attım önce. Ardından deri ceketimi sıyırdım. Belimdeki silahı yere attım ve yörüngesiz bir kurşun, silahın yere düşmesiyle patladı.
Kurşun sesi.
Büstiyerimi çıkarıp yere attım. Ellerim titriyor, çığlıklar atmak istiyordum. Kotumun düğmesine uzandım. Dar pantolonu zorlukla sıyırdım bacaklarımdan. Yere çöktüm. Yüzümü dizlerime kapattım. Toprak zeminde zorlukla yürümeme sebep olan sivri topuklu botlarımı çıkarıp olduğum yere bıraktım. Üzerimde ipek bir iç çamaşırıyla, bir söğüt acının altında denizi izledim uzun bir süre. Ayağa kalktım. Dizlerim titrerken zorlukla adımladım kumun üzerinde.
Taşlar ayak tabanlarıma batıyordu. Ay ışığının gölgesindeydim, denizin dibindeydim, söğüt acının altındaydım, yapayalnızdım. Suyu derimde hissetmemle duygularım derinden ele geçirdi beni. Suyun içerisindeki tenim parlıyordu. Bunun olacağını biliyordum, tenim ay ışığını yansıtıyordu. Suyun içerisinde yalnız başıma tenimi yakıyordum. Biraz daha ilerledim, suyun bedenimi ele geçirmesini istedim. Saçlarımın uçları suyun üzerine saçılmaya başladığında gözlerimi aya diktim.
Bana yaşattıklarının farkında değildi. Masum bir kız çocuğu gibi karanlık gökyüzünde utangaçça bakıyordu bana. "Neden?" dedim. "Bana bunu neden yaptın?"
Aylar hatta belki yıllar sonra gözlerim tuzlu gözyaşlarıyla yanmaya başladı. Gözümden bir damla yaş süzüldü ve denizin tenimle aydınlanan suyuna karıştı. Gözyaşım kayan bir yıldız gibi suyu yakarak derinlere indi. "Neden gözyaşlarım bile sıradan değil?" diye hıçkırdım.
Gözlerimi kapattım. Söğüt ağacının birbirlerine sürten dallarını dinledim. Dalgaların sesini duyuyordum, denizin içerisinde yüzen binlerce balığın suyla girdiği savaşın kanlı sesini, kumların dibinde gezen yengeçlerin seslerini de duyuyordum... Kendimi duyamıyordum. Cevaplarımı alamıyordum. Tenime çarpan rüzgarı, saçlarımın ıslak uçlarını, ayaklarımın altından akıp giden kumu, yüzümden süzülen gözyaşının bıraktığı ıslaklığı hissedebiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nemesis.
RomanceEline bir fırça aldı genç kadın. Maviyle yeşil arasında gidip gelen gözlerini beyaz duvara dikti. İsyankar çiziklerle duvarı karanlığa boyadı. Bir harita çizdi kendine. Farklı medeniyetleri kendi karanlığına bahşetti. Hayatı boyunca hiçbir zaman gör...