03

16 0 40
                                    

HYUNJİN
Karnıma vurulduğunu hissetmem ile dizlerimi göğsüme çekerek kollarımı bacaklarıma sardım. Hiç bir şey göremiyordum fakat yinede acıyı çok net hissediyordum. "Minho!"

Sesimi duymuyor olmalıydı yoksa beni bu halde bırakır mıydı? Eminim duysaydı şuan bana vuran şey her neyse onun hayatını sonlandırırdı ancak şimdi o yoktu.

His kaybolduğunda bir süre daha bekledim belki de zarar vermekten vazgeçmişlerdi, yinede olduğum yerden kalkmadım.

Yumduğum gözlerimi açtığımda yüzümü gömdüğüm dizlerimin üzerindeki kan izlerini farkedebildim, suratımda patlayan cam kırıklarından dolayı kesikler vardı.

FELİX
Korkarak ta olsa ayağımı o bölgeye bir kaç defa salladım ancak sanki görünmez bir bariyer varmışcasına darbeler daha ileriye gitmiyordu.

Fener elimdeyken kendi etrafımda dönerek odanın içini inceledim ama odadan ziyade büyük bir salon gibiydi, duvarlardan dökülen siyah bir sıvı çarpıyordu gözüme ve o sıvının arasında kirlenmeden kalmış bir ayna.

Aynanın kendisinde bir toz parçası bile gözükmemesine rağmen çerçevesi yer yer kırıklarla süslenmiş altın rengi bir süslemeden ibaretti. Bu gereksiz desenlerin aralarında ise biriken tozlar arasında uzanan örümcek ağları vardı.

Yavaş adımlarla oraya yaklaştım ancak ayak uçlarıma bakıyordum, içimden bir ses bana aynaya bakmamamı söylüyordu. Yine de bir şey beni çekiyor gibiydi ve nedeni belirsiz bir şekilde bakmak istiyordum.

Başımı kaldırdım ancak gözlerimi açmadan bekledim, bakmalı mıydım? Kendimi görürdüm öyle değil mi, başka ne olabilirdiki? Buraya gelmeden önce Jisung'un dediklerini düşündüm, bana aynalar hakkında bir şey söylememişti. Genel olarak büyüler ve sembollerden bahsetmişti, belki de tehlikeli bir şey yoktu.

İnsanların hisleri onları hayatta tutmak üzerine çalışır ve benim de içimden bir ses bana bakmamı söylüyorsa bunun zararsız olduğu anlamına gelmez miydi? "Ama..." halen daha tereddütteydim. "Ya bu düşünceler bana ait değilse?"

"Hayır..." dedim kendi kendime. "Bu tarz bir tehlike olsaydı Jisung beni önceden uyarırdı."

'Evet, Jisung seni uyarırdı. Sorun yok...'

Seni mi? Burası gerçekten aklımı zorluyor olmalı yoksa kim düşüncelerinde kendinden ikinci tekil şahıs olarak bahsederki?

Elimi maraton koşarçasına hızlı atan kalbimin üzerine yerleştirdim. "Sakin ol Felix, hiçbir şey olmayacak."

Açtığım gözlerim ile aynada kendi yansımamı görmüştüm, tabi bu gördüğüm kişi ben isem.

"Bu ben miyim?" dedim ellerimi yüzümde gezdirirken.

Gözlerimin altı olduğu gibi morarmış ve derin torbalar oluşturmuştu, çatlamış dudaklarımın rengi siyaha yakın bir hal almıştı ve saçlarım... Benim daha yeni boyadığım güzel mavi saçlarımın rengi tamamiyle siyaha dönmüş ve karışmış bir vaziyetteydi.

Farkında olmadan yüzümden uzaklaştırarak aynaya yaklaştırdığım elimi hemen geri çektim. O ben olamazdım, benim Jisung sandığım kişi de o değildi. Burada gördüğüm şeyler hep bir yalandan ibaretti, hepsi bir yanılsamaydı.

"Yine de..." mırıldandım çatallanmış sesimle. "Eğer öyleyse Jisung beni bulana kadar kendimi nasıl koruyacağım?"

"Felix..." Aniden arkamı döndüm, kimse yoktu. Bu fısıltı sesi nereden geldi? "Felix, neden gelmiyorsun?"

Korkarak geriye birkaç adım attığımda aynaya yaklaşmıştım, arkamdan ağzımı ve boynumu saran iki el hissettim. "Sen gelmezsen ben seni götürürüm..."

Camı yokmuşcasına beni çerçeveleri arasından çekiyordu, bağırabilecek bile hissetmiyordum ki yapsam bile sesim çıkmaması için ağzımı kapatan elden kurtulmalıydım. Kasılı kalmış kaslarımı zorlayarak parmaklarımı dışarıya uzattım, tek umudum birinin beni çıkarmasıydı.

JİSUNG
Kürelerden hızla akan gözyaşları diz hizama gelirken yapmak için aklıma gelebilecek bir tek yolu düşündüm, onlara zarar verebilirdim. Eğer devamı olamayacak bir düşünceye dönüşürse o zaman etkisi geçecektir.

Elimi suyun içine atarak zemine uzattım. Ayağımın hemen yanındaki göz küresinin altına doğru elimi soktuğumda kıpırdandığını daha net hissediyordum. "İğrenç..."

Parmak uçlarımı zeminle arasına girecek şekilde ittirdiğimde vıcık vıcık sesler çıkıyordu ve bu sesleri bastırmaya çalışırcasına fısıltılar kulaklarıma ulaşıyordu.

Bu sesler beni vazgeçirmek için yaptıkları bir oyundan ibaretti, onlara kanmamalıydım.

Gözlerimi kapatarak hızla elimi sağ tarafa doğru zemine paralel şekilde attığımda fısıltılar giderek arttı ve artık baş ağrısı yaratacak hale geldi. Tekrardan kahverengiliklerimi açarak baktığımda o gözler kaybolmuştu, başardım mı? Onların kontrolünden kurtuldum mu?

Saçlarımın hareketlenmesi ile aynı anda bir rüzgar hissettim yanımdan geçen, arkamı döndüğümde kapı şiddetle çarptı.

Evet kurtulmuştum, bu yüzden beni bırakıp gitmiş olmalılardı veya bana bu şekilde düşündürüyorlardı.

Ayaklarımın hemen yanında tahtalarla kapatılmış bir insanın rahatlıkla geçebileceği deliği farkettim, hemen yanında mavi bir uzun ipliksi yapı bulunuyordu. Elime alarak çevirdim, saça benziyordu. "Felix'in saçı olabilir mi?"

Onu aşağıya çekmiş ve ben onu bulamayayım diye düşüncelerimi bu odada daha fazla kontol altına almaya çalışmış olabilirlerdi, değil mi?

Belimde kemer yerine sarılı halatı çözerek kapıyı açtım ve bir ucunu yine belime bir ucunu ise korkuluğa bağladım.

Tahtaları kaldırarak kenara attım, tek elimle belimdeki ipe tutunarak kendimi yavaşça aşağı sarkıttım. Baş aşağı duracak şekilde ayaklarım tavana gelse bile hala zemine varamadığımdan anlamıştımki burası diğer odalara göre daha yüksekti.

Ayaklarımı tavanda sabitleyerek elimdeki fenerle çevreme bakındım. Hemen sağımda siyah bir perde çekiliydi, duvarlarda diğer odaların aksine yazı yoktu ancak yer yer kırmızı noktalar dağılmıştı.

Ayaklarımla kendimi çevirerek diğer tarafa baktım, hiç bir şey yoktu. Ne Felix'ten bir iz ne de başka bir şey... Başımı kaldırarak zemine doğru bakmak istedim, feneri de aynı çekilde güney yönüne çevirince hareketsiz bedenle göz göze geldim.

Cansız bir beden mermer taş üzerinde yatıyordu, faltaşı gibi açılmış gözlerinden yeşil irisleri net bir şekilde belli oluyordu. İrisleri arasındaki pupillaların boyutundan öldüğü an yaşadığı korku anlaşılırdı. Yüzündeki bir kaç derin çukurdan çıkan böcekler bir başka tarafına doğru hareketleniyordu, adamın bedenini tüketmeye devam ediyorlardı.

Bakışlarımı bedenine çevirdiğimde yüzündeki izlerin daha masum olduğunu rahatlıkla anladım. Delinmiş boğazından gırlağındaki kıkırdakların parçaları çıkıyordu, göğsü üzerindeki büyük bir delikten kırık kaburgalarının ciğerine saplandığı yerlerde de bir kaç tane fare vardı.

Daha aşağıdaki yarıktan ise bağırsakları dışarı çıkartılmıştı, hepsi kemirgenlerin işi olsa bile bu değildi. Bağırsaklarını o hale getirmek başka bir canlının yapabileceği bir eylemdi, ya bir insan ya da başka bir şey...

Organ parçaları hala yeniyor olmasına rağmen kuru gözüküyordu, yerdeki kan izleri de yayılmayı bırakmıştı. Bu evin cinleri yeni bir kurban arıyacak olmalılardı ve bizde bu sıralarda buraya gelmiştik, bir an önce buradan çıkmalıydık.

Kendimi çıkarmak için ayaklarımı gevşettim ve girdiğim delikten dışarıya uzattım. "Umarım kaçmak için geç kalmamışızdır."

Ben kendimi çekmeden hemen önce halatın hareketlendiğini hissettim, bir anda dışarı çekilirken gözlerimi kapattım.

Fısıltısını duydum. "Bakalım burada kim varmış..."

Lanet /HYUNLİXHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin