Ondan ayrıldığımda otuz bir yaşındaydım.
Şimdi Jennie o zamanki benden büyük, otuz iki yaşında güzel bir kadın.
Bense kırk ikimde, ve yalnızım.
Jungkook'tan aldığım adresle evine, daha doğrusu tatillerini geçirdikleri çiftlik evine gelmiştim.
Arabam beni fark edemeyecekleri bir noktada park halindeydi. İnip yanına gitme cesaretine henüz erişememiştim.
Ayrılığımızın ilk yılları, her şeyle başa çıkabiliyor gibiydim, ya da öyle sanıyordum. Sürekli çalışıp durmuş, kendimi tamamen işime adamıştım. Tüm odağımı davalara harcıyor, başka hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordum. Çünkü biliyordum ki, düşünürsem kaybederdim.
Ve öyle de oldu. İşlerimden biraz uzaklaştığım anda, düşünmeye başladım. Kaybettim.
İşimi kaybettim önce, arkadaşlarımı.. Ailemden uzaklaştım. Eve kapattım kendimi. En sona bir aklım kalıncaya dek her şeyimi kaybettim.
Hâlâ içinden çıkamadığım ağır bir depresyon süreci yaşadım, ilaçlarla ayakta kaldım. Savcılığa yükselebilecekken her şeyi tepetaklak ettim, evimden, hatta yatağımdan çıkamaz oldum.
O hayatımdan çıktığında, dünyamın güneşi soldu sanki, her günü gece yaşadım.
Başarısız intihar girişimlerim oldu, ölmeyi bile beceremedim.
Ya da eğer varsa, Tanrı çektiğim acıyı yeterli bulmadı, ve izin vermedi öylece ölmeme.
Jennie'yi -canlı olarak- en son babamın cenazesinde gördüm, fakat benimle göz göze bile gelmemişti. Canlı olarak diyordum, çünkü sosyal medyasının sıkı bir takipçisiydim. Yirmi altısında mezun olduğu üniversitenin bağışçılarından olan Amerikan bir iş adamıyla evlenmişti. Yirmi sekizinde ilk çocukları olmuştu, ve şu an tekrar hamile olduğunu biliyordum. Kendi yapım şirketini kurmuştu, başarılıydı. Kore'nin en ünlü dizi-filmlerinin yapımcılığını üstleniyor, aynı zamanda yönetmenlik yapıyordu. Geçen ay çıkarmış olduğu kişisel gelişim kitabının her sayfasını dikkatle okumuştum, ve hakkım var mıydı bilmiyordum ama onunla gurur duyuyordum.
Ben her ne kadar bitik bir halde de olsam, en azından onun mutlu bir hayat sürdüğünü bilmek içimi biraz da olsa rahatlatıyordu.
Sonunda cesaretimi toplayıp arabadan inmeyi başarabildiğimde, yavaş yavaş evlerine doğru yürümeye başladım. Uzaktan gördüğüm kadarıyla Jennie bahçelerindeki koltukta oturuyor, eşi ve kızı öğlen yemeklerini yedikleri masayı toplarken gülerek onlara bir şeyler söylüyordu.
Bu çöl sıcağının altında, askılı beyaz elbisesiyle güzel bir serap gibi görünüyordu.
Sonra Jennie'nin bakışları beni buldu, diyeceği laf yarıda kesildi. Eşi onun bakışlarını takip edince o da fark etti beni, bir ona bir bana baktı. Kalbimi kıran şerefsiz bu diye anlatmış olmalıydı beni.
Evlerine iyice yaklaştığımda, beklemediğim bir şekilde Jennie'nin gülümsediğini gördüm, gözlerinin dolduğunu. Hâlâ sessizlik içerisindeyken, kocası kızlarının elinden tuttu, "Ben sizi yalnız bırakayım." dedi karısına. İngilizce konuşuyordu. Küçük kızın içeri geçerken, "Bu amca kim, baba?" diye sorduğunu duymuştum.
Ve Jennie'nin şişkin karnına bakınca, hamileyken nasıl da güzel göründüğünü görünce, bu hayatı şu an aslında kendimin yaşıyor olabilme ihtimali, öylesine yaktı ki canımı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fishtail | taennie
Fanfiction"Seni uzaktan gördüm, ve benim olman gerektiğini hissettim." - age gap!