Jennie hayatıma girdiğinden beri, otuz yıllık ömrümün en güzel günlerini yaşıyordum.
Ve bugün de o günlerden biriydi.
Babamın hastalığı nedeniyle katılamadığı bir ihale için şehir dışına gelmiştim. Jennie her ne kadar benden birkaç gün bile ayrı kalamayacağını söylemiş olsa da, fakülteden bir arkadaşında yatıya kalacağı bahanesiyle buraya, benim yanıma gelmesini beklediğim söylenemezdi.
Otelin lobisinde tabletimden birkaç işimi hallederken görmüştüm onu. Odamı öğrenebilmek için resepsiyonistle küçük bir kavgaya tutuşmuşlardı, inatla beni görmesi gerektiğini söylüyordu. Görevli arayıp sorması gerektiğini anlatmaya çalışsa da sürpriz olmalı diye tutturmuştu çocuk gibi. İlk başta inanamamıştım, ancak adını seslenmem ve parlayan gözleriyle bana doğru koşup sarılması beni kendime getirmişti.
Odamda biraz vakit geçirdikten sonra ise işte buradaydık. Akşam yemeği için otel restoranından daha iyi bir restoran bulmuştum, ve hazırlanıp buraya gelmiştik.
Yemeğimizi yerken, heyecandan yerinde oturamıyor gibiydi. Sürekli gülümsüyor, oturduğu yerde sabırsız bir çocuk gibi kıpırdanıp duruyordu. Benimle burada olmaktan ne kadar mutlu olduğundan söz ediyordu.
Kırmızı şarabından küçük bir yudum alırken, "Biliyor musun.." diye konuştu. "Dürüst olacağım, buraya gelirken yanında başka bir kadın görmekten çok korktum."
Kaşlarım çatıldı. "Bana güvenmiyor musun?" diye sordum çatal bıçağımı tabağıma koyarak. Ona ne kadar aşık olduğumu hâlâ anlamamış mıydı?
"Elbette güveniyorum.." dedi yavaşça. "Neden bilmiyorum, içimde beni bırakacağına dair bir his var. Tarif etmesi zor."
Nedenini tahmin edebiliyordum. Annesi zaten yıllar önce onu babasıyla tek başına bırakıp İsviçre'ye, yeni sevgilisinin yanına taşınmıştı, ve bu yetmezmiş gibi babası da onu tek bıraktığından şu an benim de onu bırakacak olmamdan şüphe ediyordu. Başta bana bağlanmaktan ne kadar korkuyor olsa da elinde olmadan bu gerçekleşmişti bile, artık benden kopamayacağını o da biliyordu ve tedirginliğinin nedeni buydu.
Masanın üzerinden ellerini tuttum. "Seni asla bırakmam." dedim yüzlerce kez söylediğim gibi. "Sen istemediğin sürece."
Sadece gözlerine bakarak onu bu kadar iyi anlamam, hiç söylemediklerini duyuyor olmam onu mutlu ediyormuş gibi genişçe gülümsedi. "Ben de beni bırakmanı asla istemem." diye cevap verdi. "Bu yüzden sonsuza kadar beraberiz."
Sonsuzluk, bana gerçek gelmese de, onun yaşlarındaki biri için güzel bir hayaldi.
Gözlerim Jennie'nin arkasına kaydığında Bay Jung'ı görmemle elimi Jennie'nin eli üzerinden hızlıca çektim. Jennie baktığım yöne dönecekti ki, Bay Jung masamızın önüne adımlamıştı bile.
Neşeyle "Taehyung!" dediğinde ayağa kalkarak el sıkıştık. Zorla gülümsemeye çalıştığımda, "Bay Jung.." diyebilmiştim yalnızca.
Tanıdık biriyle karşılaşmamak için otel restoranına bile gitmemiştik, ve burada babamın yakın bir dostuyla karşılaşmıştım...
"Baban yerine geldin değil mi?" diye konuştuğunda başımı salladım, fakat cevap vermemi beklemeden merakla Jennie'ye döndü. "Bu güzel küçük hanım kim?" dedi. "Kuzen misiniz?"
Jennie'nin yutkunduğunu gördüm, ve derin bir nefes aldığımda kaslarımın gerildiğini fark ettim. Göğsünün daraldığını, ve ağlamak üzere olduğunu hissedebiliyordum.
Sana ne diye bağırmak istesem de, sadece "Bir aile dostumuzun kızı." diyebilmem boğazıma bir yumrunun oturmasını sağlamıştı.
Hatırlamış gibi başını salladı. "Ah.. doğru. Jihun bahsetmişti." Elini Jennie'ye uzattı. "Jennie'ydi değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fishtail | taennie
Fanfiction"Seni uzaktan gördüm, ve benim olman gerektiğini hissettim." - age gap!