Onca dertler, düşünceler varken nasıl katlanabildi ağırlığımıza parkta, bahçede olan banklar? Oturmak içindi. Banklar oturmak içindi ve banklarda oturan herkes aynı ağırlıkta değildi; bunun sebebi asla kilodan ya da boydan ibaret değildi.Bazıları sıkıldığından, bazıları yorulduğundan oturuyordu. Fakat bazıları insanlardan kaçınmak, uzak durmak, iyice düşünmek ve sessiz kalmak için otururdu.
Ve bence, oturulan bankların taşımakta daha çok zorlandığı insan türü çok düşünendi. Sahi o kadar dert ve düşüncelerimiz varken, nasıl dayanabiliyorduk? Bedenimize karşı hiçbir etkisi yoktu fakat düşüncelerimiz, zihnimiz, beynimiz ve kalbimiz dertlerimizden oluşurdu.
Ve dertler, insanın bedeninin ağırlaşmasına neden sebep olmazdı? Hep düşüncelerimiz ağırlaşırdı. Ve dertler çoğaldıkça, hayata olan sevgimiz de azalırdı. Ters orantılılardı dertler ve sevgiler.
Simsiyah ve karanlık bir parkta yanlızcasına oturmam garipti bankta. Salıncaklar rüzgârdan sallanıyorlardı. Sanki herbirine bir ruh oturmuştu; fakat bu ruhlar tıpkı benim gibi sessiz durmak tercihine üstünlük vermişti.
Parkı aydınlatan şey, yakınlıktaki yolun kenarında duran sokak lambasıydı. Sokak lambaları asla kendileri isteyerek yanmazdı. İnsanlar, karanlığı aydınlatmak için yakıyordu lambaları ve sokak lambaları, istemsiz bir şekilde etrafı aydınlatırdı.
Işıklar, karanlığı yenerdi; fakat bazen onları yakan olmazdı. Bazı insanlar da ışık gibidir; ayağa kalkarsa belki de tüm karanlığı yener, her tarafı aydınlatırdı.
Fakat onu kaldıran kişi belki yok, belki de mevcut değildi.
Pantolonum ne kadar bol olsa bile soğuk iliklerime kadar işliyordu. İlkbahardı. Fakat kış gibiydi. En sevdiğim mevsimdi. Ancak sevdiklerim bile bazen kış olurdu bana karşı tıpkı ilkbahar gibi.
İlkbahar, en sevilmesi gerekendi benim için; çiçeklerin tomurcukları yenice açılıyor, ağaçlarda yapraklar yeşeriyor, meyveler büyüyordu.
Fakat hava ile ilgili aynı şey söylenemezdi.
Soğuktu, kıştı. Kış değildi; kış gibiydi. İlkbahar, kış gibiydi. Hayattaki her şey soğumuştu; İlkbahar bile. Hem benden, hem de her şeyden soğumuştu her şey ve herkes.
Dünyaya neşelenmek, belki de çok kısa olacak bir hayata sahip olacağımız halde mutlu olmak, sevilmek, kaynayıp karışmak ve barışmak için gelirdik. Peki ya neden tam aksini yaşıyor ve yaşatıyorduk?
Neden biraz yaşamak için bu kadar çok ölmüştük? Zaten ölecektik, neden şimsiden ertelediler? Erteledikleri ölüm değildi, acıydı.
Erteledikleri şey ise ölümün acısıydı. Yaşarken öldürdü bizi hayat. Ölürken de ölecektik, yaşarken de. Peki neden yaşıyorduk sonu ölüm olan bir dünyada?
Sonu ölüm; üzüntülü veya acımasız bir şekilde. Doğmak ise suç; iyi ya da kötü bir hayat yaşayacağımız halde. Hepimiz insandık, peki neden dünyada adalet yoktu? Neden dünyada eşitlik yoktu? Neden herkes murlu değildi? Birimiz mutlu olmadan nasıl çoğumuz mutluyduk ve neden?
Hayat, bir tarazi ya da adalet tarazisi değildi.
Hayat; tahterevalliydi. Birisi kalktıkça, diğeri iniyordu.
İndiren kişi kimdi? Kalkan kişiydi. Kalkan kişi, tahtında oturmuş bir padişahı yerinden devirmiş gibiydi. Kalkan kişi pafişah olunca, padişah olan kişi ezilirdi. Ve bunu ezen hem tahterevallininin tahtası; insanlar, hem de tahtanın üzerine oturmuş yeni padişahtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suçlunun Sevgisi
Action"Dünya bir uyku, hayat ise onun rüyası gibiydi. Dünyaya daldıkça, hayatı görüyorduk."