Bu, Ejderha ve Yıldız kitabına ait sayılabilecek, dünyada geçen bir bölümdür. 500 okunmaya özel olarak da görebilirsiniz.
***- Pışt, uykucu, uyan hadi. Sen hep böyle tembel miydin?
Uykuyla uyanıklık arasında duyduğum bu sesin bir an gerçek olup-olmadığını kavrayamadım. Yüzümü dönüp uykuma devam etmek isterken omzumdan beni sertçe iten bir kuvvetle bir anda gözlerimi açtım.
- Neler oluyor?- diye bir an afallayıp etrafımı kontrol ederken başımda dikilen kırmızı tişörtlü vücudu gördüm. Daha yüzünü görmeden kim olduğunu anlamamla rahatladım ve yüzümü ona doğru kaldırdım.
- Ne mi oluyor? Gün ayıyor mesela, yeni bir gün başlıyor. Koca lord olan ben keyfimden ödün verip kalkıyorum ve sana, deli bir varise kahvaltı hazırlıyorum. Ama o su baloncuğu hala güzel gözlerini bana göstermeyerek bir bebek gibi uyumağa devam ediyor ve bende de yanına kıvrılma isteği uyandırıyor. Ama koltuğun küçüklüğünü görüncü bütün keyfim kaçıyor ve büyüyle koltuğu büyütmeği düşünüyorum. Sonraysa neden kendime zahmet vereyim ki, onun yerine seni uyandırayım diye düşünüyorum. Sabah-sabah bu kadar şeyi düşünüyorum yani.
Uyku mahmurluğumla duyduklarımla istemsizce gülümsedim ama somurtmaktan da kalmadım.
- Peki, sabah-sabah düşünen lordum, kolumu çıkarma gereğini neden duydunuz?
- Öyle bir niyetim yoktu aslında- diye ellerini eşofmanın ceplerine yerleştirerek dudaklarını büzdü, - Koca diyarı hizaya getiren kızın bu kadar zayıf olması benim suçum değil.
- Bunu iltifat olarak mı, yoksa rencide olarak mı anlamalıyım?
- Ben seni hiç rencide eder miyim, su baloncuğu? Ama hayır, iltifat da etmem. Biliyorum, kızlar kalkık burun sever. Ama sana gerekmiyor.
- O ne demek be?
- Şu demek deliciğim, iltifat edince hemen burnun kalkıyor. Ah, şeytanın ikiz alevisin ama küçük bir şakayı bile anlamıyorsun. Seninle imalar, şakalar ve belki küçük haylazlıklar üzerine çalışmalıyız.
Hala yattığım yerden onu izlediğim için nihayet kalkmağı akıl edebildim ve battaniyeyi üzerimden sıyırarak ayaklarımı yere sarkıttım.
- Bak sen, ne gibi haylazlıklar?
"Bilmem" dercesine omuz silkti- Belki bu şehirdeki senin o "sevdiğin" kuru temizlemelere girip bütün kıyafetleri ıslatmak, ya da şeytanla bazı ortak çalışmalar...
Burada her gün yeni kıyafet alacak kadar çok, hatta ondan da çok paramız vardı, ama ben yine de kıyafetleri temizleyip tekrar giyinmeğin taraftarıydım ve bu yüzden kuru temizlemeğe veriyordum. Elementalde olduğum zaman devir değişmiş miydi bilmiyorum, ama benim devrimde devir tarassuf devriydi.
Oturduğum yerden ayağa kalkarak Darenin karşısına dikildim. Artık yakın bir mesafeden yüz-yüze bakıyorduk. Tehlikeli sularda yüzüyordum ama tehlike de, su da benim işimdi.
- Ne gibi ortak çalışmalar?
-Hmm-layıp bir adım daha yaklaşarak aramızdaki mesafeyi daha da azalttı- Mesela-diyip elini saçlarıma uzattı. Kalbim daha yeni uyanmışken bile koşup soluk-soluğa kalmışım gibi atmağa başlayabiliyordu, o an tescillenmişti. Saçımın ucunu burnuna yaklaştırıp kokusunu içine çekince sanki ruhumu içine çekmiş gibi hissettim. Heyecandan titrememek için kendimi kasmıştım.
Hiç beklemediğim bir anda saçımı çekince küçük çaplı bir şokla çığlık attım.
- Napıyorsun sen be?- dedim bir anda kıvılcımlar saçmağa başlayan gözlerimle ona bakıp omzuna yumruk atarken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HGOİ 4 FANFICTION
FanfictionBu, Deliler ve Cellatların devamı sayılabilecek bir fanfictiondır. Hikaye gerçeği yansıtmamaktadır. Sadece Kabalın okuyucusuna ait bir kurgudur. Ve 4-cü kitapla ilgili en güçlü teoriler üzerine yazılmıştır.