6.BÖLÜM

43 7 4
                                    

Hayata renk katan insanlar mıdır yoksa hayat mıdır insanlara renk katan?

Bence hayata renk katan insanlardır. Aynı zamanda hayatı renksiz kılanda insanlardır. Lakin hayatın insanlara renk kattığı doğru değildir. Öyledir ki hayat insanda ki renkleri dahi alır elinden.

En renksiz zamanlarda bir insan gelir ve tüm karanlığı aydınlığa, siyahı gök kuşağına çevirir.

O insanlar karanlığın aydınlığı, yok oluşun var oluşu olur.

Tüm renksizliklere rağmen yanımızda olup bizi renklendirmeye devam ederler.

Bizler ise onların yanında günden güne daha da rengarenk oluruz.

En karanlık anda dahi parlarız. Çünkü parlamamıza neden olan insan yanımızdadır. Bildiğimiz veya bilmediğimiz tüm ışıklardan parlak oluruz.

Hayat bizi bir yaprak parçası gibi oradan oraya sürükler ve biz çiçek açarız. Çiçek açarız çünkü savrulduğumuz topraklar rengârenktir.

Bunlar olurken herşeyin bir sonu olduğunu unuturuz.

Tıpkı çiçeklerin sonbaharda kuruduğunu, kış olduğunda üzerlerinin karla kaplandığını unuttuğumuz gibi.

Günden güne toprak kurumaya başlar ,çiçekler ise solmaya. Kar yağar, toprağın üstü tamamen kapanır ve çiçek işte o an ölür.

Hayat mıdır insanlara renk katan yoksa insanlar mıdır hayata renk katan?

Hayat renk katmaz, hayat renk getirir.

Hayat bize renk katan insanları getirir .

Hayat kendi elleriyle getirdiği insanları öldürür.

Renk katan insanlardır, renk getiren ise hayattır.

İnsanlar o kadar aptaldır ki bir gün gökkuşağının da kaybolacağını bilmez .

İnsanlar o kadar kördür ki gökkuşağının da yavaş yavaş kaybolduğunu görmez.

Ve gökkuşağı kaybolur arkasında bıraktığı karanlığı bilerek…

Okuduğum cümlelerden gözlerimi ayırarak boş boş tavana baktım. Bir süre sadece nefes aldım. Okuduklarımı sindirebilmek zordu. Anlayabilmek daha da zordu.

Tamamen kapalı bir kutuydum. Günlüğüme bile hissettiklerimi açıkça yazmamıştım. Anlayamıyordum. Bunları ne hissederek yazdığımı, bunları hissetmeme neden olan yaşanmışlıkları anlayamıyordum. Bir sayfada farklı şeyleri anlatıyor gibiydim sanki ama anlatılan tamamen aynıydı. Zihnimin bir karmaşa içinde olduğu günlükten bile belliydi.

Günlüğü yatağa fırlamış sonra da banyoya girmiştim. Dakikalardır belkide daha da uzun bir süredir aynada kendime bakıyordum.
Anlam vermeye çalışıyordum. Gördüğüm ve görmediğim her şeye.

Saat öğlen 12 civarıydı ve ben dakikalardır kendimi izliyordum.

Uyandığım ilk andan bu yana yorgundum. Yorgunluk bedenime hükmetmeye başlıyordu ancak benim elimden hiçbir şey gelmiyordu.

İzliyordum yalnızca. Bir şeyler bulmaya çalışıyordum,anlamaya çalışıyordum ama olmuyordu.

Hiçbir şey görmüyordum,anlamıyordum. Gördüğüm ve anladığım tek bir şey vardı o da her anlamda yorgun olduğumdu.

Dik duruyordum, başımı eğmiyordum, gözlerimi kaçırmıyordum ama yorgundum. Bu öyle bir yorgunluktu ki nefes almamı dahi zor hale getiriyordu. Öyle bir yorgunluktu ki bu yorgun olan tek şey bedenim değil,aynı zamanda ruhumdu.

Son IşıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin