1.0 | The oyster and its pearl

4.1K 228 87
                                    




İnci:
Evet. Sera'yla buluştuk ama bu
konuşmayı maç öncesi yapmak
istemediğim için gelmedim.
Sonra. Tamam mı?

Kerem:
Yani fikir değiştirdin
ve konuşacağız?

İnci:
Aynı şeyleri söyleyeceğim aslında

İnci:
Yine de istediğin gibi yüz yüze olsun.

İnci:
Maçtan sonra buluşuruz.

Kerem:
Maçları izledin mi?

Sıkıntıyla nefesimi verdim. Onun almak istediği cevaplar bende yoktu ve bu sohbeti yapıp onu umutlandırmak istemiyordum.

İnci:
Tabii ki izledim
Umarım kazanırsınız Kerem.

Kerem:
Yeterince zor bir dönem İnci
Yarın da ilk 11'de değilim en azından
her şeyi kestirip atmadan önce biraz daha
düşün. Maçtan sonra yanına gelirim
Stada gelecek misin?

İnci:
Bilet işini hallettim merak etme.

Kerem:
Tamam. Yarın görüşürüz.

Türkiye Hollanda'ya 2-1 mağlup olduğunda otel odamda, televizyon bir türlü tam çekmediği için elimdeki telefon ekranından maçı izliyordum. Bir türlü maça gidecek enerjiyi bulamamıştım ve şimdi bu kararımdan ötürü kendimi çok büyük tebrik ediyordum. Sinirlerim çok bozuk olduğu için canlı canlı izlediğim elimizdeki maçı verdiğimizde ne kadar ağlayacağımı hayal bile edemiyordum.

Üstelik son zamanlarda hayal kırıklığı hissettiğim en güçlü duyguyken.

Bugün içtiğim dördüncü kahveden son yudumumu aldıktan sonra ayağa kalktım ve odadaki banyoya doğru ilerledim. Kısa bir duşun ardından saçlarımı havluya sıkıca sardım. Bu sırada içeriden gelen telefonumun sesini duyabiliyordum ama umursamadım.

Muhtemelen Melike arıyordu ve ben konuşacak halde değildim.

Yaklaşık on dakika süren bir cilt bakımının ardından ağır adımlarla odaya döndüm. Yatağın üzerine attığım telefonu elime alırken Kerem'le buluşacağımız fikri aklıma anca gelmişti çünkü böyle bir yenilgiden sonra erteleyeceğimize emindim.

Ama arayan ne o ne de Melike'ydi.

Barış Alper Yılmaz isminin altındaki 2 cevapsız çağrı yazısını okuduğumda birkaç saniye boyunca gözlerime inanamadım.

Aceleyle tuş kilidimi girip telefonu kulağıma götürürken ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum. O benim aksime hiç bekletmedi ve telefonu üçüncü çalışta açtı. "Barış?" dedim korkuyla. "Bir şey mi oldu?"

Çünkü zannediyordum ki, beni araması için artık hep çok kötü bir şeyin olmasına ihtiyacımız var.

"İnci." dedi yorgun olduğunu bilmesem bile anlayabileceğim bir sesle. "Döndün mü?"

Her maç kaybından sonra berbat hissederdi. Sanki maç boyunca asla yorulduğunu hissetmiyor, yaşadığı adrenalin yüzünden durmak hiç aklına gelmiyordu ama eğer kaybederlerse üzerine bin kat daha fazla yük biniyordu. Çoğunlukla görüşemiyorduk ama eğer yanına gitme fırsatı bulabilirsem ona masaj yapmamı, alnına küçük öpücükler bırakmamı ve ellerimi saçlarında gezdirmemi çok severdi. Ben de dizlerimde uyuduğunda onu izlemeyi çok severdim.

Şimdi dizime yatmak ister miydi? Eğer Barış'ı bir kez daha dizime yatırırsam ben ondan vazgeçecek gücü kendimde bulabilecek miydim?

"Hayır Berlin'deyim. Sen iyi misin?"

Blamed | Barış Alper YılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin