'Yarattım' demeyi severdi insanlar.
Ne olduğu önemli değil. Severlerdi 'Tanrısal' özelliklere sahip olmayı.
Bu onlara ne katıyordu asla anlamamıştı kadın.
Tanrı olmanın tam olarak hangi kısmının iyi olduğunu anlayamıyordu.
Hoş, anlayamadığı çok şey vardı gerçi.
Tanrı olmak...
Yorgundu. Düşünemeyecek, konuşamayacak, var olamayacak kadar yorgun.
Hikayesi bitmişti çoktan.
Varlığı yitmişti çoktan.
Benliği, hisleri, hayatı...Umrunda değildi.
Ne hastahanenin boş, kasvetli bahçesinde yankılanan siren sesleri, ne de acı çeken bir hayvanın sesine benzeyen dehşet saçan çığlıklar.
Güneşi örtmüştü kinli bulutlar.
Sevmezdi kadın, nefret ederdi bulutlardan.
Güneşin sıcak ışıklarının teninden süzüldüğünü hayal etmekten alıkoyamadı kendini.
Tüm seslerin yok olduğunu dahil etti hayallerine, bir an olsun, sadece bir an olsun normalliği tatmayı diledi.
Elinde ucundan külleri uçuşan sigarası, karşısında dağlar ve çayırlar.
Teninden yağ gibi akıp geçen güneşe eşlik eden, sıcaklığını güneşten alan ve buharı hâlâ üstünde olan sert kahvesi.
Uçan kuşların kanat sesleri, hoş tınıları gelse kulağına. Açsa gözlerini, tatlı tatlı akan ırmağı izlese.
Ah, ne çok isterdi, ne çok isterdi insanların normallerini, gereksizliğiyle ön plana çıkan bedeninde toplamayı.
Gel gör ki bunu yapamadı, beceremedi. Her zaman olduğu gibi.
Duymuyordu siren seslerini. Duymuyordu çaresiz feryatları.
Duymuyordu acılar içinde inleyen ruhları.Duymuyordu...
Ağır geliyordu her şey. Çok ağır bir oyun gibi.
Oyun parkında düşüp annenin yanına gidememek gibi.
Zorunda değildi kıskanmak.
Zorunda değildi var olmak.
Zorunda değildi acılara katlanmak.Zorundaydı.
Tanrı bile dönmüştü ona sırtını. Eline düşmüştü hayat denen kuklacının. Atmıştı hayat onu sıkılıp, ruhlarını kaybetmiş boş kabukların arasına.
Oysa kadın sanmıştı ki sonsuza dek kalacak hayat onunla.
Kalmamıştı, o da terk etmişti kadını.
Gereksiz uzun yaşamamış mıydı?
Kime yetmiyordu bu kadar yaşamak?
Daha ne yapması gerekiyordu yaşamak için?
Hisleri yok olmuştu dengesiz kadının.
Yok olmuştu yine, hiç var olmamış gibi ardında bir iz dahi bırakmadan kaybolmuştu.
Şimdi sadelikten uzak, her haliyle yoksulluğunu belli eden odasında olsa, oturup yatağına yaksa bir sigara kulağındaki kulaklıklarıyla.
Çalışsa vantilatör boş boş.
Uçuşsa küller küflü duvarlara yapışarak.
Ne de çok özlüyordu geçmişi. Geçmişe olan özlemi korkutuyordu onu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝒦𝒶𝓎𝒷𝑜𝓁𝓂𝓊ş 𝑅𝓊𝒽𝓁𝒶𝓇
RandomKimdi? Bu derin yalnızlığa onu hapseden, ölümüne korktuğu denizin dibine duygularını gömen ve açığa çıkmalarını engelleyecek kadar korkutan. Bildiği sonsuz, sayısız hayat ve yaşam, düşünce vardı ama bunlar hiçbir zaman onu yalnızlıktan kurtaramadı...