"Sizinle tanıştığıma memnun oldum bay ve bayan Scott."
Aynanın önünde durmuş kendine el uzatıyordu, beş dakikadır aynı cümleyi tekrar etmekten bulanan aklı en sonunda iflas etmiş gibi keyifsizce sızlanarak kendini yatağa bıraktı. Gülerek yanına ilerledim ve alnına dökülen saç tutamlarını yüzünden çektim.
"Üstüne çok düşünüyorsun, basit bir tanışma faslı üstelik onlar sana zaten hakim."
Saçlarında dolanan ellerimi tutup çenesinin altına kıstırdı, büzülen dudaklarını öpmek istesem de öpüşmekten şişmiş dudaklarını saklamanın bir yolu yoktu, bir kez o güzel tadı aldığımda bırakamıyordum. Taehyung doyulması imkansız bir lezzetti. "Senin için söylemesi kolay. Onlar ailen, seni yargılamazlar."
Pislik bir şekilde güldüm.
"Evet, beni yargılamazlar."
Bir kaç saniye bana dik dik baktı sonra kollarını ve bacaklarını deniz yıldızı gibi açarak tavanı izlemeyi sürdürdü. "Bence beni sevmeyecekler, Anna zaten soğuk davranıyor.." Ellerimi boş kısımlara koyarak küçük deniz yıldızımı hapsettim. "Seni sevmeyecek tek bir kişi olduğunu sanmıyorum, hem önemli olan onların sevmesi değil unuttun mu?" Gülümsedi, yüzüne çok yakışan kare gülümsemesinin sebebi olmak dünya üzerindeki en şanslı adam gibi hissettiriyordu.
"Hadi küçük deniz yıldızı, kahvaltı edelim."
Ona hitap şeklime gülerek uzattığım eli tuttu, ikimizi yatak odasından çıkardım ve mutfağa, onun için hazırladığım yulaf lapasının olduğu masaya götürdüm. Hala doğru düzgün yemek yediği söylenemezdi, formunu korumak adına hayatı boyunca sürecek aptal diyetlere uymak zorundaydı. Bunu onun için zevkli hale getirmek istiyordum.
"Jungkook bunun bir şaka olduğunu söyle!"
Dudaklarım kıvrılırken heyecanla bana bakan oğlumun saçlarına öpücük kondurup karşısına oturdum. Yıldız şeklinde kesilmiş çilekler, ayıcık şeklinde bitter çikolata ve hindistan cevizi sütüyle hazırladığım lapaya bakarak küçük bir çocuk gibi ellerini çırpıyordu. Mutlu olduğunu görmek için ona yalnızca bir kahvaltı hazırlamak yetiyordu.. Taehyung koca evrende tanıyabileceğiniz en mütevazi çocuktu.
"Ben seni hak etmiyorum.."
Lapayı ağzına doldururken kurduğu cümle kaşlarımı çatmama neden olduğunda onun yanakları dolu olduğu için karşımda ağzı fındık dolu bir sincap varmış gibi hissediyordum.
Hızlı hızlı çiğnediği lokmaları yuttuktan sonra sandalyede geriye gidip sırtını yasladı. "Neden böyle düşünüyorsun bebeğim?" Omuz silkti.
"Ben sabah erken kalkamıyorum o yüzden sana kahvaltı hazırlayamıyorum." Dudaklarını büzüp masayı izlemeye başladı."Senden hiç kahvaltı hazırlamanı istemedim ki güzelim."
Kafasını iki yana sallayıp yulaf lapasını işaret etti. "Bende istemedim ama sen yapmışsın." Gözleri kararlılıkla açıldı, önümde duran tabağı bir çırpıda çekip alırken ani ruh değişimlerini hayretle izliyordum.
"Sana kahvaltı tabağı hazırlayacağım!"
Ellerini birbirine vurdu ve itiraz kabul etmeden buzdolabını açtığı gibi içini talan etmeye başladı. Neler yaptığını görmemem için arkasını dönüp bana gözlerini kapa komutu verip duruyordu ama fark etmediği şey, o arkasını döndüğünde açılan gözlerimin yaptığı şeyi net olarak görüyor olmasıydı. Yanık kokusu burnuma dolarken gülümsedim, yemek yapmak hakkında bir şey bilmediği açıktı. Yine de onu uyarmadım, cesaretini kırmak istemedim. Yarım saat sonra önümdeki tabakta üstü yandığı için reçelle kaplanmış pankekler ve yamuk doğranmış sosisler vardı. Bana merakla bakan gözlerinin doluluğu onu kucağıma alıp bebek gibi sevme hissi uyandırsa da sadece tabağı kendime çekip pankeklerden birini bıçakla kestim.