12- The Other Women

49 5 1
                                    

Günlerden pazar, neredeyse güneş batmak üzere. Gökyüzü hafif hafif kızıllara bürünmeye başlamış. Bense kafamı göğe kaldırmış elimdeki sigaranın zehirli dumanını içime çekiyordum.

İki gündür Yankı'yla kalıyorduk ve bu sabah ailesi eve dönmüştü. Gitmek istediğimde izin vermemişler ve öğle yemeğine kalmam için ısrar etmişlerdi. Annesi de babası da çok kibar insanlardı. Güler yüzle konuşuyorlardı. Samimi gözüküyorlardı ancak inanmıyordum onlara. İkisinden de ölesiye nefret ettim. Nefret ettim çünkü bir şeyleri gülümseyerek gizlemeye çalışıyorlardı sanki. Sevmemiştim. Nasıl sevebilirdim ki? Aşık olduğum kızı neredeyse ölümün ucuna getiren kişilerden ikisi onlardı.

Öğle yemeğini yemiş, sohbet eşliğinde bir şeyler içtikten sonra gitmeme müsade edilmişti. Zaten aile ortamlarından nefret ediyordum. Evlerinden çıkalı büyük ihtimalle bir saat kadar olmuştu. Arabam da taksiye verecek param da yoktu. Yankı ne kadar ısrar etmiş olsa da ona çoktan bir taksi ayarladığımı söyleyerek ısrarlarını sonuçsuz bıraktım.

Ara sokaklardan yürüye yürüye sahile kadar geldim. Her seferinde kendimi istemsiz bir şekilde deniz kenarında buluyordum. Sanki beni oraya çekmek isteyen soyut bir şeyler vardı. Ya da bu sadece kafamda kurduğum bir başka saçmalıktan biriydi.

Banklar dolu olduğu için yere oturup ağacın gövdesine yaslanmıştım. Nerdeyse iki gündür ağzıma ne sigara ne alkol değmişti. Bu durum beni iyice rahatsız etmeye başlamıştı ki Yankı'ların evinden çıktığım andan itibaren içtiğim onuncu sigara falandı bu. Parmaklarımın arasındaki zehir bana huzuru yaratıyordu sanki. Tamam, iki gün boyunca eksikliğini pek fazla hissetmemiştim ama şu an bende alışkanlık yapmış bu şeye kavuşmak iyi hissettiriyordu.

Gelip geçenleri, dalgaları, güneşin yavaş yavaş batışını seyrettim. Hava kararmak üzereydi sanırım artık kalmalıydım. Bir süredir hiçbir şey yapmadan burada oturuyordum ve hava çoktan soğumuştu. Hasta olmak istemiyorsam bir an önce evde olmam gerekiyordu. Oturduğum yerden kalkıp yola doğru yürüdüm. Çok uzakta olmayan otobüs durağına vardığımda bineceğim otobüsün gelmiş olması iyi olmuştu. Ancak binmem ve inmem bir olmuştu. Ne yazık ki kartlığım veya cüzdanım yanımda değildi.

"Hay amına koyayım ya." diye mırıldandım. Eve yürümek zorundaydım, aman ne hoş! Yürümeye başladığımda arkamdan ismimin seslenildiğini duydum. Arkama dönmeme gerek bile kalmadan sesin sahibi yanımda araba ile belirmişti.

"Ezgi?"

"Eve mi gidiyorsun?" Camı sonuna kadar açmıştı.

Cevap vermedim, konuşmak istemiyordum. Başımı sallamakla yetindim sadece.

"Götürelim mi seni?" diye sordu.

"Gerek yok." dedigimde ısrar etmeye başlamıştı. "Hadi ama görüşeli çok uzun zaman oldu. Evine götürebiliriz." Cümlesi bittiğinde bu kez şoför koltuğunda oturan ve yüzünü ilk kez gördüğüm çocuk konuştu. "Sen Pervin olmalısın, Ezgi çok bahsetmişti. Evine bırakalım işte." diyerek ısrarlara bu kez de o başlamıştı.

Neredeyse trafiği kapıyorduk ve hava oldukça soğumuştu. Oflayarak tekliflerini kabul ettim.

Arka koltuğa oturduğumde Ezgi gülümseyerek bana baktı. Karşılık vermedim. "Bu arada Toprak dersen sevinirim." dedim çocuğa hitaben.

"Aa pardon. Ezgi senden hep Pervin diye bahse-."

"Çünkü o Pervin." diyerek cümlesini böldü. "Ne oldu Toprak dememden hoşlanmazdın?" dedi bir kaşı havada arkasına doğru dönüktü.

"Artık seviyorum. Mümkünse Pervin deme." dedim. Daha fazla bu konu hakkında konuşmak istemediğimden aracı kullanan kişiye döndüm. "Sen kimdin bu arada?"

The Eclipse -gxgHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin