4 - 41

276 28 19
                                    

İrfan Abi topu bana gönderecekti. Adım gibi biliyordum. Olduğu yerden ya geri kaleye göndermesi gerekirdi, ki geri atmaktan hiç hoşlanmazdı, ya da ilerideki iki kişiden birine uzun pas atması. O kişilerden biri de ben oluyordum. Diğer çocuğu da beni de biri tutuyordu ama ben daha kolayda sayılırdım. Beni sadece bir kişi tutuyordu ve o da ümitlerin gençlerindendi zaten. Havadan pas attı. Gelen topu bana dokunduğu gibi kontrol edip indirdim. Benim de şut çekebilecek birine pas atmam lazımdı. Gözüm ileride Cenk Abi'yi yakaladı. O da olduğu yerde bir sağa bir sola zıplıyor, ah bana bir top gelse diye bakıyordu. Bir çalım atıp Cenk Abi'ye pasladım. Hadi Abi, o gole ihtiyacımız var.

2-1 gerideydik. Polonya'yla oynayacağımız hazırlık maçı için moral olsun diye kampta bir hazırlık maçı yapıyorduk. Ben ise kaybeden takımdaydım. Antrenörler A millileri ümitlerle birleştirip adil olacağını düşündükleri iki takıma bölmüşlerdi. Bugün antrenman kısaydı. Programımızda sadece ısınma, bu maç ve soğuma vardı. Öğleden sonra eşyalarımızı toparlayacaktık. Sonra da otobüse doluşup Varşova'ya yola çıkacaktık.

Şimdilik ise odağım o goldeydi. Uzatma dakikaları hızlıca ilerliyordu ve biz bu şansı değerlendirmezsek muhtemelen bir başkasını yakalayamazdık. Diğer takımdakilerin diline düşmeyi kaldırabilir miyim bilmiyorum.

Cenk Abi yavaş çekimde topa vurdu. Top yükseldi, yükseldi, kalabalık defans karşılık vermek için zıplarken üstlerinden falso alarak ilerledi ve kale direğine çarpıp dışarı yuvarlandı. Gösterip vermemenin sözlük tanımı bu herhalde...

Sonraki iki dakika rakip takımın orta sahada kısa paslaşmalarıyla hızlı ve heyecansız geçti. Maçı bitiren düdük sesini duyar duymaz kendimi yere bıraktım. Kaybetmiştik işte. Ne güzel moral...

Bağırışlarla sevinen diğerlerine baktım. Gözlerim Barış'ı yakaladı. Şortunun yukarı katlamayı sevdiği sol bacağı kendini salmıştı. Kenan'ın omuzlarına zıplamış, onun da düşüp yerde yuvarlanmasına sebep oluyordu. Aklımdan geçenlere rağmen istemsizce gülümsedim.

Kenan kalktı, saçlarını düzeltmeye çalışıyordu. Barış da inatla peşinden koşuyordu, bozmaya çalışıyordu. Doksan dakika koştum, yorgunum falan demiyordu. Oyun için her zaman enerjisi vardı. Ve dün gece gördüklerimden sonra acaba bu enerji doğal olmayabilir mi diye düşünmeden edemiyordum.

Barış aynı Barış'tı aslında. Tanıştığımızdan beri hep o mutlu, hareketli, güçlü kişiydi. Hâlâ neşeliydi. Hâlâ arkadaşımdı. Hâlâ canlılığıyla çevresindekileri yükseltiyordu, en çok da beni. Burada olduğumuz birkaç günde yakaladığım o birkaç depresif anı dışında hiç değişmemişti. Sadece ben ona farklı bir gözde bakmadan edemiyordum sanırım. Onu asla steroid ya da uyuşturucu kullanacak kapasitesi olan biri olarak bile görmemiştim. Şimdi ise emin olamıyordum.

Bakışlarını bana çevirip gülümseyince dikkatim dağıldı. Çatık kaşlarla ona baktığımı fark ettim, o da fark etti. "Tamam anladık kaybettin ama o kadar da somurtma." Suratında her zamanki sırıtmaya çalan gülümsemesiyle yanıma oturdu. "Nesine iddiaya girmiştik biz?"

Kendime onun yüzünden bir ikilemin ortasında kaldığımı söylüyordum. Bir yanım 'ispiyonla, sonra da uzak dur' derken diğer yanım 'arkadaşın, koru' diyordu. Ama içten içe ona zarar verecek bir hamleyi asla yapmayacağımı biliyordum aslında. Kaybetmeyi göze alamayacağınız insanlar olur ya, onlardan biriydi işte... Eğer gerçekten bir şey kullanıyorsa ne yaparım hiçbir fikrim yoktu. Her şekilde şimdilik sessiz kalmayı düşünüyordum. Bir şey bildiğimi belli etme niyetim yoktu. Haberim olmayan bir iddiayı kaybetme niyetim hiç yoktu. "Sen kimle konuşuyordun bilmem ama biz iddiaya falan girmedik."

"Hadi hadi, mutlaka girmişizdir. İstanbul'a dönünce bir pirzola borcun falan vardır bana mesela." Dudaklarını büzerken ayağa kalkıp benim için de elini uzattı.

Limon Ve Vanilya (Ferdi x Barış Alper)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin