tabi on kişiyi doyurmak için kilo kilo yemek gerekiyordu; irfan can, barış alper, kerem ve ismail'in nöbetleşe mangalın başına geçtiği için muhabbetlerin çoğunu kaçırdığı şöyle kallavi bir yemek yediler uzunca. zaten muhabbetlerin çoğu tam da yemekte olduklarından dolayı birbirlerinin kusma anılarını anlatmaktan ibaretti, başlangıç noktası da tabiki cengiz olmuştu. ismail midesi her bulandığında sofradan kalkıp mangalın başına gitmekten, mide bulantısı geçince geri gelmekten bir hal olmuştu.
mangalda kalan son etleri de tabağa alıp evin havuzu gören çimenlik yerindeki kocaman masaya doğru ilerledi ismail, orada oturuyorlardı. o, tabağı ortaya koyarken ferdi "oğlum biz yemekte niye hep böyle saçma sapan şeyler konuşuyoruz lan?" diye isyan etti haklı olarak.
"sekiz tane erkekle kanka olursan olacağı bu ama işte." diyen de özge'ydi. barış alper'e bakıp göz kırparak "yalnız barış'ı saymıyorum ha, yedi olsun. falımda uzun boylu sarışın kısmet çıktı malum." diye de devam etti lafına şakasına.
herkes gülerken ismail de sırıttı. tepkisini görmek için barış alper'e bakacaktı ama o, ismail'in iki yan sandalyesinden uzanıp ismail'in tabağına et koymakla meşguldü. ne yaptığını sorgular gibi ona bakınca çocuk "hiçbir şey yemedin. ayaktasın sürekli." diye basitçe yaptı açıklamasını.
barış alper'e gülümseyerek "sağol." dedi ismail mangalı yakarkenki sohbetlerini de anımsayarak. herhalde o meşhur kelebekler bunlar olmalıydı karnının ortasında dolanan. içi kıpır kıpır olmuş, boynundan bir kızarıklık yükseldiğine emin olacağı şekilde vücudu yanıyordu.
"rica ederim." dedi barış alper de, yine tıpkı bir önceki konuşmalarında olduğu gibi.
ismail içindeki yangını geçirmek için bir umut önüne dönüp suyuna uzandığında masanın karşısından kerem'le kesişti bakışları. manalı manalı bakıyor, ismail'in miyop gözlerinin bu uzaklıktan çıkaramadığı bir şeyler söylüyordu dudaklarını oynatarak. neyse ki diğer herkes ferdi'nin kanyondan aşağı kusma hikayesiyle daha çok ilgileniyordu da kimse onlara gözünün ucuyla bile bakmamıştı. yine de birinin görme ihtimalini gözeterek işaret parmağını dudaklarına götürdü ve susmasını işaret etti ona ismail. sonra aynı elini indirip omzunun üstünden arkasını gösterdi "sonra." diye fısıldayarak. kerem bakışlarını indirmese de kulaklık oyununda ismail'e kelime tarif edermiş gibi dudaklarını hareket ettirmeyi kesmişti en azından.
yemekler bitince çağlar'ın "bir tabu patlatmayalım mı ya o zaman?" demesiyle o geceki ilk durakları belli olmuştu.
onlar güle oynaya tabu oynarken hava iyice karardı, ufukta belli belirsiz görünen incecik hilal bulutların arasında saklambaç oynadı ismail'in gözleriyle. arkada birbirlerine kelime anlatan arkadaşlarının seslerini dinlerken aya her baktığında içini şöyle ince, incecik bir sızı kaplıyordu ismail'in. benzerlerini olsa bile bu anları asla birebir tekrar yaşayamayacağını bilmek, iki gün sonra bu evden, üç ay sonra da bu şehirden tekrar gidecek olmaktı ismail'in içindeki sızının adı aslında. insan hayatı boyunca ait olduğu yeri arıyordu ama bulduğunda da kaçarı olmadan uzaklaşıyordu oradan. kimse bir yerde, bir anda, bir kişinin yanında sonsuza kadar kalamaz; bir yeri, bir anı, bir kişiyi küçük cam şişelere doldurup odasında, evinde saklayamazdı. o an tadını çıkarmaktan başka yapacak hiçbir şeyi yoktu ismail'in.
tabu da bitip ismail'in takımı kazanınca arkadaş gruplarındaki herkes inanılmaz mızıkçı olduğu için kazanan takım olarak kaybeden takımın türlü türlü hakaretlerine maruz kaldıktan sonra herkes yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı biraz. ismail de havuzdan çıktıktan sonra duş almadığı için duş almayı düşündü.
kendi odasının duşuna girdi ama aşağıdaki salondan olduğunu tahmin ettiği yerden gelen bağrış çağrışlardan anladığı kadarıyla orası artık onun odası olmayabilirdi. gürültünün içerisinde arada yakalayabildiği 'oda' ve 'anan yatsın orada' gibi kelimelerden kavgalarının sebebinin oda düzeniyle ilgili olduğunu çıkarmıştı çünkü.