evt canlarım biliyorsunuz ki ülkenin gündemi son günlerde çok kalp kırıcı o yüzden size şöyle tatlış minnoş sevgi dolu bir bölüm atmak istedim
bölümü de birkaç gün önce yazmıştım ama nedense bir türlü atmak istememiştim, bugüne kısmetmiş sanırım
biliyorum zor ama tadını çıkarın, yorum yapın 💗💗
-
ismail insanların futbolu neden bu kadar çok sevdiğini anlayabiliyordu. bir kere rekabet olan her şeyde olduğu gibi taraflar oluşturuyordu ve kişilere, mevzu futbol olunca bir takımın taraftarlarına, kendilerini ait hissedebilecekleri, bir parçası olabilecekleri bir topluluk sunuyordu. sonra dikkat dağıtıcıydı, hayat zaten yeterince zorken doksan dakikalığına bile olsa hayattaki daha 'önemli' dertlerini unutup sahada olan bitene kaptırıyordu insanlar kendilerini; sinirlerini istedikleri gibi oynamayan oyunculara küfrederek çıkarıyor, kazandıklarında monoton hayatlarında hissetmedikleri tarzda kolay bir hazla doluyorlardı. eh, bir de futbolcular vardı tabi; bu konuda ismail de onlara hak veriyordu el mecbur.
galiba ismail de futbolun kendisindense futbolcuları daha çok seven güruhtandı, en azından boyalı sarı saçlarıyla irice olan bir tanesini epeyce seviyordu ki antalya'nın bu sıcağında, nemin vücutlarına sanki değiştirilemez bir parçasıymış gibi yapıştığı bu ikindi vaktinde tüm tayfanın aylardır konuşup yapmak istediği halı saha planını gerçekleştirmek üzere evinden çıkmıştı. işte sevgi insana bazen böyle anlamsız şeyler yaptırıyordu, diyecek bir şeyi yoktu ismail'in.
mahallelerinin hemen çıkışında, ismail'in lisedeyken de sıkça uğradığı bir halı saha tesisi vardı. onlar lisedeyken o zamanın muhtarı, mahallenin delikanlılarından bir futbol takımı kurmuştu. aslında hedef, maçların kazanılarak takımın en yüksek lige kadar ilerlemesiydi ama antalya'nın herhangi bir mahallesinden herhangi on bir kişiyle oluşturulmuş bu takım hiç de beklenildiği şekilde başarılı olmamıştı, aksine birkaç sezon sonra dağılmıştı. mahallede çok çocuk da olmadığından dolayı şimdilerde o halı saha, arada sırada onlar gibi birkaç saatliğine kullanmak isteyen arkadaş grupları hariç kimse tarafından kullanılmadan öylece duruyordu mahallenin en sonunda. ismail ve barış alper de etrafta kimsenin olmadığı yerlerde el ele tutuşarak oraya gidiyordu şimdi, diğerleri önden gitmişti çoktan.
"mert hakan abi'm de orda oynuyordu biliyor musun?" dedi ismail, tüm hikayeyi barış alper'e anlattıktan sonra. "her cuma maçları olurdu, mahallenin gençleri olarak da biz giderdik en önde tabiki."
ismail'in güldüğünü görünce eline hafiften asılıp kendine çekti ismail'i barış alper, birleşik ellerini ismail'in omzuna yerleştirirken kendisi de hemen ismail'in dibindeki yerini almıştı. "iyi oynar mıydı bari?"
"bilmem ki, gol falan atıyordu."
ismail'in futbola olan ilgisizliği güldürdü barış alper'i, geçen haftalarda başlayan milli takım maçlarını beraber izlemişlerdi vakit buldukça. barış alper, ismail'e tatlı tatlı ekranda olan biten şeyi anlatmaya çalışırken bir yandan da diğer çocukların "bak şimdi kanka, 'ev boş barış alper bize gel' diyorsun bu gol. yanında kerem de geliyor, bu ofsayt." gibi şakalarına maruz kalmıştı mecburen. tabi bazı şeyler bedelleriyle birlikte geliyordu; mesela ismail tiyatro'daki o gece eve döndükten yaklaşık bir yarım saat sonra yatmadan önce sesini duymak için barış alper'i aramıştı ama telefon açıldığında karşıdan duyduğu ses barış alper'in sesi değil de kerem'in "verdin mi lan?" diyen sesi olmuştu. ismail o an dünyada bir deve kuşuna kendisi kadar özenen biri olduğunu sanmıyordu ama işte böyle arkadaşları olmasının bedeli de buydu, yapacak bir şey yoktu.