hayalet

5 1 23
                                    

Bir hafta geçmişti.
Bir hafta boyunca Ateş okula gelmedi.
Devamsızlığı hakkında endişelensem de Toprak inatçıydı. Önce o gelip özür dilecek diye tutturmuştu. Fırat iki gün okula gelmedikten sonra yüzü hala yaraların izleri ile duruyorken geldi. Benimle cok az konuşuyordu. Çabası bitti diye seviniyordum ama aklım Ateş'te kalmıştı. Toprak'ların evine ne zaman gitsem balkona çıkar mı diye bakıyordum. Yoktu.

Pazar günü geldiğinde yine Toprak'ın yatağına uzanmış telefonumdan bir şey bakıyordum. O ise bilgisayarda oyun oynuyor ve sürekli hiç duymadığım yeni küfürler üretip sövüyordu. İçim içimi yiyordu meraktan. Çok yakın arkadaş olmuştuk artık kendini suçluyordur diye üzülüyordum. Toprak da içten içe çok merak ediyordu biliyordum ama o inadını asla kırmazdı. Yatakta kıpırdanıp huzursuzca bıraktım telefonu.

- Markete gideceğim.

Söylediğim ile Toprak kafasındaki kulaklığın tek bölümünü açarak bir kulağını dışarıda bıraktı.

- El bitmek üzere ne istiyorsan ben alıp gelirim bekle.

Telefonumu cebime atıp yataktan kalktım yavaşca. Ona bakmadan homurdanarak konuştum.

- Ben giderim ayrıca biraz hava da almak istiyorum.

O dediğime başıyla onay verdi. Oyuna kaptırdığı için aşırı anlamamıştı. Odanın kapısını açtığımda ayaklarıma dolanan kedi ile gülümsedim. Eğilip biraz başını sevdikten sonra kapıya olan yönümü geri çevirdim. Tam çıkacakken ayakkabılıktaki aynadan yansımama baktım. Elimi uzatıp kafamdaki minik topuzu serbest bıraktım. Saçlarım omuzlarımı üç parmak geçicek kadar uzamıştı artık. Elim ile biraz düzelterek kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Normalde çok düz olsalarda saç tokasının izinden dalgalı duruyorlardı. Bakışlarım üzerimde dolanıyorken anlık kendime çirkin gelmiştim. Bu düşünce ile kaşlarım çatıl ve midemde bir sancılanma oldu. Bu düşünce sadece Fırat ile yüz yüze görüşeceksem oluyordu. Kendimi daha iyi göstermek istiyordum ama kötü geliyordu her şey. Altımdaki siyah tayta baktım biraz. Bacaklarım yine gereksiz kalın gözükünce derin nefes verdim. Bakışlarımı aynadan çekip kapşonlu çeketime uzandım. Üzerimdeki dar ve yünlü olduğu için biraz da kaşındıran kazağımın üstüne çeketimi geçirip kapıyı açtım gözlerimin aynaya bakmamasına özen göstererek. Ayağıma botlarımı hızlı şekilde geçirerek kapıyı arkamdan kedi çıkmasın diye hızla kapattım. Sonra olduğum yerde biraz bekleyip merdivenleri izledim belli süre. Aşağıya inmek yerine üst kata çıkarken baya gerilmiştim. Kapıya gelince biraz bekleyip zile bastım. İçeriden gelen gürültülerden sonra kapı hırslı şekilde açılmıştı.

Karşımda gördüğüm kadın uzun boyluydu baya. Ateş'in genetiğini kimlerden aldığı belli oluyordu. Gülümsemeye çalışarak konuştum.

- Ateş'in arkadaşıyımda onu görmeye gelmiştim.

Kadın beni baya süzdü belli süre. O baktıkça geriliyorken kendisi kapıdan biraz çekilip konuştu gergin bir tonda.

- Senin gibi insana benzeyen arkadaşı ne zamandan beri var o itin.

Söylediği ile tuhaf hissetmiştim. Oğlu hakkında böyle konuşması garipti biraz. Kendisi beni geçip bir anda dışarıya çıktı ve ayakkabılarını giyiyorken konuştu.

- Gir içeri, odasında Ateş. Eğer ölmemişse hala tabi.

Kaşlarım çatılıyorken botumu çıkarıp içeriye adım attım. Kadın beni bir kere daha süzüp ekledi.

- Ben çıkıyorum söylersin ona.

Sonra kapıyı çekip beni içeride bıraktı. Ne olduğunu anlayamazken evin içine döndüm. Baya soluk duruyordu. Duvarlarda hiç tablo saat yoktu. Minimalist bir tasarım gibi düşünüyordum. Bakışlarım eğilip bir salonu gördü. Sadece bir tane siyah deri koltuk vardı. Halı yoktu koridordaki uzun beyaz yolluğun aksine. Duvara bir tane tv takılmıştı ama başka hiç bir şey yoktu. Ev bitmemiş gibiydi sanki. Ben tam önüme dönücekken duyduğum ses ile durdum.

painting a dreamWhere stories live. Discover now