16

80 16 37
                                    

Yağmurlu bir güne uyanmıştık ikimiz de. Rin nefret ederdi yağmurlu günlerden. Bense, aksine, çok severdim. Rahatlatırdı içimi hep. Rin'eyse buhran çökerdi. Karlı, yağmurlu havaları sevmezdi. Rin'in en büyük sorunu hem çok empatik, hem de düşük duygusal zekânın yanında ağır duyguları iliklerine kadar yaşıyor olmasıydı. İnsanlarla farkında bile olmadan empati kuruyor, onların kendisi hakkında söylediği olumsuz şeylerde bile bir doğruluk payı çıkartıyordu. Duygularını hep zirvede yaşıyordu. Sorunsa, buna rağmen o duyguları yansıtmakta kötü oluşuydu. Konuşmalarla arası yoktu. Bir kağıt kalem yeterdi ona, ya da eylemler. Söyleyemediklerini, yazamadımlarını eylemleriyle belli ederdi. Tabii yine de herkes anlayamazdı o eylemlerin altında yatan ince anlamları. Bunun için Rin'i tanımak, Rin'in o kişiye kendini tanıma iznini vermesi gerekirdi. Rin, bana bu izni vermemişti ilk tanıştığımızda. İyi anlaşıyor bile sayılmazdık. Sae'yle arasındaki rekabet bir yana, tekrar rekabete girebileceği biri olduğumu öğrenince iki rakip olarak yakınlaşmıştık birbirimize zamanla. En başta rakipten de öte, bir  düşman gibiydim onun gözünde. Hiçbir zaman anlatmadı bunları, yine de biliyordum onca zaman çalışarak elde ettiği şeyleri, inşa ettiği duvarları, başarılarını elinden alabileceğimden korktuğu için en başta benden nefret ettiğini. Hâlâ hatırlıyorum, onun okuduğu ve bizim tanıştığımız okula nakil aldırdıktan sonraki ilk günümde dikkatimi çeken bakışlarını. Daha ilk günden arkadaşlar edinmiştim, o yalnızlığı tercih ederken. Bakışlarındaki umursamazlıkla perdelemeye çalıştığı nefreti kolayca seçebilmiştim. "Ben duvarlar inşa etmek zorunda kalmıştım, senin içinse nasıl bu kadar kolay olabilir tüm bunlar?" der gibi bakıyordu sanki. Rin'in peşini bırakmadım o günden sonra. Sınıfına gittim sürekli, teneffüslerde sürekli ilgi alanları hakkında konuşmaya çalıştım. Rin, bana onu tanıma imkânı vermese de buna ihtiyacım yoktu. Bu imkâna sahip olmasam da onu en iyi tanıyan kişi olmayı başarmıştım sonuçta günün sonunda.

O hep daha az uyuyabilen kişi olmuştu ikimiz arasından. Sağlıklı bir rutinin başarıyı getireceğine oldukça inanan biri de olsa uyku düzenini hiçbir zaman bu rutine uyduramamıştı. Ben uyandığımda o çoktan telefonundan açtığı korku filmini bitiriyordu. "Beni neden uyandırmadın? Sıkılmadın umarım." Elbette uyandırmazdı. Eski bir rutinimizdi, ki eskiye dair hiçbir şey kalmamıştı artık elimizde. "Gerek duymadım." İkinci cümlemi görmezden gelmişti. Konuşmayı reddettiğimiz çok şey vardı. İkimizin de birbirimize karşı artık görmezden gelemediğimiz kırgınlıklarımız vardı. "Hava bugün güzel duruyor." Tepkisini ölçmek için kurulan bir cümleydi daha çok. "Evet, öyle. Uzun zamandır yağmur yağmamıştı." Bu cümle, senenin başından beri ikimiz arasında oluşan uçurumu en çok hissettiren şey olmuştu. Rin, kendini saklıyordu artık.

Yüzümdeki buruk gülümsemeyle ayağa kalktım, uzun bir gün olacağını ikimiz de biliyorduk. Yarın geri dönmemiz gerekiyordu ve yol uzun süreceğinden, tüm işlerimizi bugün yapmalıydık. Erteleme şansımız yoktu.

Uyku sersemliğini üstümden atmaya çalışarak geçirdiğim yarım saatin ardından ben mutfağa giderken Rin de peşimden geliyordu. Rin'in uyandığı saatlerce ancak uyuyabilmiştim, uyuduğum yatağın birkaç metre ötesinden gelen hışırtı seslerine bakılırsa uyuduğum saat dört civarlarında olmalıydı. Çok erken uyanmıyor olsam da uyuyabildiğim süre Rin'inkine denk sayılırdı. Rüyasız geçen bir uykuydu yine. Uyumamış, yalnızca gözümü kapayıp da açmışım gibi hissediyordum uyandıktan sonraki ilk saatte.

Sessiz geçen bir kahvaltı olmuştu. Rin ve annesinin arasındaki gerilimi, Rin'in ona uzaklığını anlayabiliyordum. Rin'e kızamıyordum, annesine karşı böyle olduğu için. İkimizin de annesi yoktu, o yalnızca istediği zaman 'annesi'yle konuşma ayrıcalığına sahipti. Bunu tercih ettiğinden değildi, elbette. Rin kötü bir evlat değildi, yanlış aileye doğmuştu yalnızca. Onu bir kafese koymuşlar, o kafesi dünya diye tanıtmışlardı. Rin'de hayatı her zaman akademik başarı ve abisiyle olan rekabetten ibaret görmüştü. Yaşamıyordu. Kalbi atan herkesin hayatını yaşıyor olduğunu söyleyebilir miydik ki?

Kahvaltının ardından masa toplandı, herkes odalara tekrar dağıldı. Rin'e bir anlık ettiğim teklifin ağırlığı daha yeni sırtıma biniyordu. Ayaklarım geri basmaya, tereddüt etmeye başlamıştım şimdiden. Yine de biliyordum, bu teklifi edebileceğim ve ne olursa olsun edeceğim tek kişinin o olduğunu. Tek kelime etmeden, birbirimizi anlamış gibi hazırlanmaya başlamıştık odaya tekrar geldiğimizde.

"Yolu sen göstereceksin." Sırtlarımız birbirine dönük halde giyinirken konuştu. Belki de değişmeyen tek şey, Rin'in beni hâlâ yön göstericisi olarak görmesiydi. Onu her zaman doğru yola yönlendireceğimi bilmesi. İronikti, son zamanlarda ben bile yürüdüğüm bu yolun doğruluğundan emin değildim.







teoman - gündüz düşleri

better than me, rinsagiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin