Tren yolculuğu ilk defa bu kadar uzun hissettirmişti, ki henüz varmış sayılmazdık. Ülkenin bir diğer ucuna gidiyorduk, elbette uzun sürecekti ama daha önce onlarca kez geldiğim bu yol ilk defa zihnimde dönüp dolaşan, köşelere çarparken başımı zonklatan düşüncelere bu kadar yer veriyordu. Oysa dış dünya tam aksine öyle sessizdi ki. Trenin, rayların üstünden geçerken çıkardığı sesi bile duymaz olmuştu kulaklarım. İsagi'den hiç ses çıkmamıştı yol boyunca. Yanıma aldığım kitaplara bir süre göz gezdirsem de çabuk sıkılmıştım, oysa uzun yolculuklarda en yakın dostumdu kitaplar. Bir yanım İsagi'yle konuşmak istiyordu, neden böyle bir şey istediğini sormak. Neden beni senin için böyle özel bir yere götürmek istiyorsun, diyebilmek. Yine de yol boyunca ağzımdan bir kelime çıkmadı.
Gözlerim onca saatin ardından kapanmaya başlamışken trenin yavaşladığını hissettim. Gelmiştik, demek ki. Yarı kapalı gözlerimi görünce uyuduğumu sandığını varsaydığım İsagi omzunu hafifçe dürttü. Gözlerimi hızlıca ovalayıp ayağa kalktım, tren gittikçe bayıcı hâle gelmeye başlıyordu. Düşüncelerim üzerindeki kontrol gittikçe yitiyor, gecelerdir vücudumun uğruna çırpındığı uyku ihtiyacını iliklerime kadar hissettiriyordu. Zaman algımı da yitirmeye başlıyordum, her şeyi kontrol edemiyor olmaktan nefret etmeme rağmen. Her şeyi, tüm gerçekleri bilmeliydim. İnsanları anlayabilmek, belki düşünceleri kelimelere yeterli seviyede dökebilmek. Her sorunda suçlayacak birini aradığım gibi, kelimelerle aramdaki mesafede de ailemi suçladım bu sefer, küçük yaşta beni edebiyata yönlendirmedikleri için. Belki yönlendirdikleri takdirde bu sefer neden sanata yönlendirmedikleri için suçlardım onları, fırça darbeleriyle duygularımı yansıtma şansını elimden aldıkları için. Ama çevreme aldığım onlarca yeni insana rağmen insan ilişkilerinde zihnim iyice köreliyordu son senelerde. Eski duvarlarımı yıkmıştım, yerlerine surlar dikebilmek için.
Trenin biraz boşalmasını bekledikten sonra İsagi'yle beraber indik. Önce eve gitmemiz lazımdı. Ev. Evim. Evimin nerede olduğunu hatırlamıyordum. Daha önce hiçbir yer evim gibi hissettirmemişti, benimseyememiştim o dört duvarın içinde kalan alanı, içindeki insanları. Daha önce öylesine geçtiğim yollardan farkı olmadığı gibi o evin, aynı o yollar gibi silmiştim hafızamdan nerede olduğunu. Yolu bulabilmek için annemi aramam gerekti. Küçükken hep abime hayranlıkla bakan kadın. Bana hep yüz karasıymışım gibi bakan, gözlerinde hayal kırıklığını en net seçebildiğim insanı. Hep derdi, "İleride başarısızlığınla abinin adını karalayacaksın," diye.
Yolu birkaç tarifin ardından seçmeye başlayınca telefonu kapattım, en kötü ihtimalle birkaç kere kaybolurduk. Neyse ki yol, düşündüğümden daha basitti. Yürüdüğümüz yol boyunca İsagi'den yine ses çıkmadı, rahatsız edici bir sessizlikti bu sefer. Çünkü dışarısı sessiz değildi artık. Arabaların o tiz kornalarının sesleri, inşaat sesleri, bebek ağlayışları ve birbirine bağıran ayyaşlar. Konuşmasını istedim ki bir tek ona odaklanayım, başka bir şeyin sesi gelmesin kulağıma. Eskiden öyle yapardık, en azından. Konuşacak bir şeyimiz kalmayınca şarkı mırıldanmaya başlardı, tüm sesleri yine sesiyle bastırabilmek için. Ama hiç ses çıkmadı ondan, konuşma zahmetine girmedim ben de.
Hızlı adımlarla vardık beyaz eve. Beyaz, çok katlı -bir zamanlar kaç katlı olduğunu sayma zahmetine girsem de artık hiçbir fikrim yoktu-, gördüğüm anda anılarımın tazelendiği ev hâlâ midemi bulandırıyordu. Merdivenleri çıkarken acele etmedim, her basamak bu şehirden ayrılırken ardımda bıraktığım bir anıyı hatırlatıyordu. Sonunda vardık, belli etmesem de elim varmadı zili çalmaya. İsagi'yse aceleci davrandı, benim hareket etmediğimi görünce.
Annemin, yanımda biriyle geldiğimi görünce takındığı samimiyeti ve saatlerce süren yolculuğun ardından uyumak için odaya çekilmemiz dışında bir şey de olmamıştı içeri girdikten sonra. Annem kötü biri değildi, düşününce. Anne olmaya, en azından iki çocuğun annesi olmaya, uygun biri değildi sadece. Onu sadece mezarına gittiğim ziyaretlerde mi özlüyor olacağım, diye düşündüm. İsagi, yatağımdan birkaç metre ötedeki yatakta yatıyorken ve durumlarımız tam tersiyken, kendimi şımarık hissettim bir an. Annesi var ama beğenmiyor, yanındakiyse annesi için gözyaşı döküyor. Yine de çok sürmeden aklıma geldi, annemin aklına şehirden ayrıldığımdan beri muhtemelen hiç düşmediğim. Oysa duyardım, Sae'yi arardı hep. Sae onu umursamazdı bile, annemse çaresizce oğluyla sohbet etmeye çalışırdı. İronik şeydi sahiden.
Düşüncelere dalmak istemedim bu gece, geleceği görmeye çalışmayı. Çok düşünürsem geleceği göreceğimi zannederek aptallık etmiştim senelerdir. Bu geceki en önemli şeydi, her şeyi bilemeyeceğimi kabullenme yolunda attığım bu ilk adım.
Yarın kimin öleceğini, kimin sağ kalacağını da bilemezdim. İçime korku saldı bu düşünce, sanki senelerdir bilmiyormuşum gibi. Biraz ötede uyuyan İsagi'ye baktım, iç çektim. Belki de konuşmamızın vakti gelmişti, ikimizden biri aniden ölmeden önce.
bu fic 1 haftaya bir yasına giriyor bu arada
fici unutmaya basladim
kontrol ettim de yazim hatasi yoktur umarim
ŞİMDİ OKUDUĞUN
better than me, rinsagi
Fiksi Penggemar"push me away, then beg me to stay" ♡ eski sevgili olan Rin ve İsagi, ayrılıklarından 1 sene sonra aynı üniversiteye düşer. -- 22.09.23 - #rinitoshi etiketinde 1. 05.07.24 - #yoichi etiketinde 1.