Hapsolunan Rüya

3 2 6
                                    

1

"Ahu Gülen Hanım'a,

Geride bıraktığım her şey küs bana ve sebebi sizsiniz hanımefendi. Sizin uğrunuza çıktığım bu yolda her şeyimi kaybettim, sizin uğrunuza veda ettim sahip olduklarıma. İstedim ki tüm varlığım da sizden ibaret olsun, benim gibi. Nerden bileyim kendimi bu denli kaybedeceğimi, sizde. İşin aslı, kuyuya daldım dalmasına ama dipsiz olacağını akıl edemedim. Zaten akıl mı bıraktınız ki bende?

Çok mu atlıyorum konudan konuya? Ne yapayım, tutamıyorum kendimi. Dilim tutuluyor, ellerim dolanıyor birbirine, ayaklarım sarmaş dolaş...

Bu yüzdendir karşınıza hiç çıkamamam. Sizi uzaktan izlerken bile başlıyorum titremeye. Kalbim fazla kan pompaladığından mıdır ne, yanaklarımın kızardığını söylüyor dostlarım. Ah ben sizi sadece gördüğümde bile böyleysem, karşınızda...

Her neyse hanımefendi, gelelim size beyan etmek için yazdığım konuya. Sözü çok uzattım, bilirim yalnız mevzu bahis öyle direkt girebileceğim bir konu değil. Öyle olsa zaten en başta etmez miydim lafını? Neyse, konu yine dağılmadan söze girmem gerek artık. Sizi seviyorum hanımefendi. Tüm yazma amacım ve bahsini edeceğim şey de bu olsa gerek.

Bendeki sizi nasıl tarif ederim inanın bilmiyorum. Sanıyorum ki aşkıma akıl erdirmeniz için kendinize benim penceremden bakmanız gerek lakin size olan kıskancım öyle ki sizi, sizle bile paylaşabileceğimi sanmıyorum.

Yalnız uygun görecek olursanız, size bir kahve eşliğinde sizi anlatabilirim. Şu anda sözlerim saçma gelebilir fakat kendinizi bir de benden dinlemenizi isterim. Ayrıca karşınıza çıkmakta ne denli güçlük çektiğimi de biliyorsunuz artık, bu riski bile bile size bu teklifi sunduğumu da göz önünde bulundurmanızı arz ederim.

Sevgilerle...

Derviş Gönül"

Son kez, bin bir endişe ve umutla yazdığım mektubu yüksek sesle okudum. Utancımdan hiçbir dostuma haber dahi verememiştim. Şimdi ise postaneye gidiyordum, ürkek adımlar eşliğinde. Aklımda sayısız düşünce, kalbimde milyonlarca his, ruhumda tatlı bir telaş...

Yol bitmek bilmese de sonunu getirebilmiştim. Postanenin önünde tekrar düşüncelere dalıp tereddüt etsem de ayaklarım kendiliğinden adımlamıştı postaneye. Aklım da bedenim gibi o kadına tutulmuş olsa gerek, irademi kullanmama gerek kalmadan vermiştim mektubu. İşlemler tamamlanınca anca kendime gelebilmiştim. Bu kadın bende ne akıl bırakıyordu ne zikir.

Eve doğru yola koyulmuşken yine düştü aklıma. O kar tanesini andıran, soğuk ama eşsiz gülüşü; üzerime toprak atılan kahveler, eriyip gittiğim gamzeleri ve salıncak kurmakla kendimi asmak arasında kaldığım o uzunca kirpikler... Düşününce, aslında güzel olurdu. O manzaraya karşı can vermek... Ölümü tatlı ve acısız kılabilecek büyülü bir güzellik...

O, aklımın bir köşesinde her zamanki yürüyüşlerinden birini yaparken bu sefer ben de vardım yanında. Artık birlikte olmamızın bir ihtimali olduğu için, zihnimde de olsa birlikte olabiliyorduk. Yan yana olmamız, zihnimdeyken bile, heyecanlanmama yetiyordu doğrusu. Onu düşlediğim her zaman olduğu gibi kalbim ritmini değişmişti yine. Ah o kadın, bedenimin kontrolünü bile alıyordu benden.

Günler geldi geçti, ben sadece bekledim. Ay Güneş'e kavuştu, ben yine bekledim. Azrail hatırımı sormaya geldiğinde bile ben hala bekliyordum. Sabreden dervişler misali sonunda ben de muradıma erdim. Ahu Hanım'dan yanıt geldiğinde Dünya üzerindeki en mutlu insan bendim sanki. Kıymetli zamanını ayırıp bana cevap yazabilmişti, bu paha biçilemezdi. Mektup tamı tamına dört cümleden oluşuyordu. İlkinde ona yazmaya karar verdiğim için beni tebrik ediyor, ikincide beni tanımak istediğini belirtiyor, üçüncüde buluşma yeri ve saatini söylüyor, dördüncüde ise güzel dileklerini sunuyor ve buluşmayı iple çektiğini söyleyip bitiriyordu. Bu cümleler ondan aldığım ilk etkileşim, ilk iletişimimizdi.

Portakal'dan HikayelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin