13

537 116 82
                                    

Nehir yolunda yürümeye başladığımda etrafımdaki insanları da izlemeye başladım. Herkes gülümsüyor, sevdiklerine yaslanıp gecenin tadını çıkarıyordu. Bir zamanlar o ve ben de bunları yapıyor olurduk. Aşkını huysuzluğunun ardına saklar, her dakika bana söylenirdi ancak ben onun gözünü kırpışından bile anlardım gerçekten aklından geçenleri. Nefes alıp verişi, oturuşu, her biri beni onun zihnine götürürdü. 

Gözlerimin dolduğunu biliyorum. Onu ne zaman düşünsem yaşanıyordu bu. Özlem garip bir duyguydu. Her gün gözümün önünde değilmiş gibi delicesine özlüyorum onu. Bir gece öncesinde saçlarını öpüp kollarımda uyuttuğum adamın, sabahında bizi iki yabancıymışız sanması daha da körüklüyor bu duyguyu. Özlüyorum. 

Dolan gözlerim daha fazla dayanamayıp yaşları birer birer akıtmaya başladığında, elimle sildim ve onunla her zaman oturduğumuz yere oturup nehri izlemeye başladım. Karamsar düşünceler zihnimi doldurmaya başlıyor. Alışmış olmam gerekirdi belki de, alışmamışım. Hala bir yerlerden Soobin'in çıkacağını ve daha fazla düşünmemem için beni kolları arasına alacağını sanıyorum. Tıpkı bir aptal gibi. 

Ellerimle oynamaya başladım. Belki dikkatim dağılır da düşünmeyi bırakırım diye. Planımın aksine gözlerim dolmayı bırakamıyor, her seferinde silip baştan başlıyorum. 

Yanımda bir hareketlilik oluştu birkaç saniyede. Gözlerimi sudan çekip yan tarafıma çevirme gereği hissettim. Yanıma oturdu usulca. Cebinden iki şeker çıkarıp bana uzattı.  Beynim uyuşmuş gibi öylece bakakaldım uzaktan izlemekle yetinmeye çalıştığım yüzüne. Gözlerim yerinden çıkacakmışçasına açıldı. Uzanıp dokunabileceğim kadar yakınımdaydı ve ben her an kaybolacakmış gibi hissettiğimden gözümü kırpmaya bile korkar olmuş halde bakıyordum öylece.

Elindeki şekerlerden birini ağzına attı ve gülümsedi. Şimdi bana değil de hemen karşımızda serilmiş nehire bakıyordu. Ağlamaya başladığımı yanağımdaki sıcaklıkla idrak ettim. Vücudumda hiçbir yara yoktu ama ben sanki delik deşik olmuşum ve kanlar içindeymişim gibi acı çekmeye başladım saniyeler içinde.

Her bir noktam alev alıyordu sanki. Tek yapabildiğim bir hayaleti izliyormuş gibi bakmaktı. Onun güzel yüzünü izlerken canımdan can gidiyordu. "Sen," diye konuşmaya çalıştım güçsüz çıkan sesimle. Sadece vücudum değil, sesim de tir tir titriyordu. "Demek sapık piç sensin." yüzünde kocaman bir gülümsemeyle söyledi bunu. Gözleri nehirden kopup bana döndüğünde içim titredi. Ağladığımı görünce kaşları çatıldı ve bana daha dikkatli baktı.

"Neden ağlıyorsun?" bir şeyin cevabını bilmiyor olmayı defalarca kez dilemiştim ancak en çok şimdi diliyordum bunu. Ne diyebilirdim ki? Kaybettiğim en değerli şey şimdi tam önümdeydi ama benim için en değerli şey olduğunu artık bilmiyordu. 

"Ben olduğumu nasıl anladın?" diye sorabildim yalnızca. İçimde bir şeyleri hatırlayabilmiş oluşuna dair umutlar yeşerdiğinde canımın acısı daha da katlandı. Çünkü biliyordum, bunu umut edersem yüzleşeceğim gerçekle daha da dibe çakılacaktım. "Üzerindekileri bana seçtirdin." dedi eliyle kıyafetlerimi işaret ederek. Gözleri parıl parıldı. Bir zamanlar orada sürekli kendi yansımamı görürdüm. 

"Soobin ben-"
"Bir şey söylemene gerek yok. Şeker ye." 

Avucunda kalan son şekeri uzattı yeniden. Benim ona aldığımın aynısıydı. Ağlaya ağlaya aldım ve attım ağzıma. Bir şey söylemek yerine sakince bekliyordu. Sorgulamadı beni. 

"Şimdi eşitlendik." kıkırdadı. Yemin ederim seçme şansım olsa tam şu an ölmeyi seçerdim. Bir saniye bile gözümü kırpmaz, son nefesimi verirken bile gülüşünü izlerdim. "Neden ağladığını söylemek ister misin?" gözlerimi sildim sanki saniyeler sonra yenileri akmayacakmış gibi. "Zor bir gün geçiriyordum ama kurtarıcı meleğim karşımda belirdi." gözlerini kaçırdı. Kızaran yanaklarından anlıyordum neler hissettiğini. Onu her zaman en iyi ben anlıyordum. 

talk slow • yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin