Uykulu gözlerle bavulunu sürükleye sürükleye evden çıktı. Nedense uzun bir süre daha uyumaya ihtiyacı var gibi hissediyordu. Taramaya bile tenezzül edemediği saçlarını boşta olan eliyle hızlıca düzeltmeye çalışırken, görüş açısına Yeonjun girdi ve adımları yavaşladı.
Kalçasını arabasına yaslamış, kollarını ise göğsünde birleştirmiş öylece Soobin'i bekliyordu. Ancak gözleri uzaklara daldığından geldiğini görememişti.
Güzel görünüyordu. Rüzgarın dağıttığı saçları onu böyle bile güzel gösterebiliyordu ve bu görüntü Soobin'i hayrete düşürdü. Üzerinde eşofman takımı vardı ve basit bir eşofman takımıyla bile havalı görünüyordu. Soobin sanki onun yanında hiç şansı yokmuş gibi hissediyordu.
"Prensesimiz uyanmış." Yeonjun'un onu fark eder etmez söylediği şeyle gözlerini devirdi. Bu sırada Yeonjun iki adımda yanına ulaştı ve bavulu elinden aldı. "Ben götürüyordum ya işte." Soobin'in söylenmelerine aldırış ediyor gibi görünmüyordu. Bagajı açtı ve bavulu içine yerleştirdikten sonra binmesi için yan koltuğun kapısını açıp Soobin'in geçmesini bekledi.
"Bininiz efendim." yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Dıştan sakin görünüyor olsa da Soobin aslında onun içten içe kriz anında olduğunu bilmiyordu. Nasıl davranacağından ne söyleyeceğine kadar gece boyu pratik yapmıştı ve gözüne tek bir damla uyku bile girmemişti.
Ancak uyumayı da düşünür gibi bir hali yoktu. Soobin'in yanındayken her bir saniyesini ona bakarak geçirmek istiyordu. Bir saniyenin bile öneminin farkındaydı.
Soobin kendisi için açılan kapıya karşın güldü ve koltuğa yerleşip yorgunlukla başını geriye yasladı. Sanki bütün gece çalışmış gibi yorgundu. Son zamanlarda yaşadığı şeyler onu zihinsel olarak oldukça yormuştu. Yormaya da devam ediyordu.
Çok geçmeden Yeonjun da arabaya bindi ve arabayı çalıştırdı. "İyi uyuyamadın mı?" diye sordu gözünü yola dikmişken. Çekici görünüyordu ve Soobin bunu reddedemiyordu. "Uyudum." cevabı Yeonjun'u ikna etmişe benzemiyordu. Tek kaşı havalandı ve yüzünü Soobin'e çevirdi. "Bilgin olsun diye söylüyorum, ses tonundaki değişimden bile yalan olup olmadığını anlayabilecek kadar tanıyorum seni." ardından yeniden önüne döndü.
Soobin ise bir şey söyleyemeden öylece bakakaldı. Garip hissediyordu. Yeonjun söylediği gibi onun her şeyini biliyor olabilirdi ve bu her şeye nelerin dahil olduğunu bilmiyor olmak onu düşündürüyordu.
"Bir insanın başka birini bu kadar iyi tanıyabileceğini düşünmezdim aslında." diyiverdi birden. Aslında bunu içinden geçirmek istemişti. Yeonjun güldü. "O kişi diğerini kendine köpek gibi aşık etmişse demek." Yeonjun'un söylediğiyle utanıp bakışlarını camdan dışarıya çevirdi. Ne diye utanıyordu ki? Onun yanındayken sürekli garip davranır olmuştu ve tek yapmak istediği kendini pataklamaktı.
"Ne kadar tanıyor olabilirsin ki?" diye fısıldadı. Yeonjun'un duyabileceğini sanmıyordu. "Yani, vücudunun hangi bölgesine dokunursam hangi tonda sesler çıkaracağına kadar biliyorum."
Yeonjun'un söylediği şeyle gözleri büyüdü ve hiddetle ona döndü. "Lan sapık orospu çocuğu." Yeonjun onun bu çaresiz bağırışına karşı sadece kahkaha atabilmişti. Soobin'in yumruklarından kaçmaya çalışıyor, bir yandan da direksiyonu sıkıca tutmayı deniyordu. "Kaza yaparız bak!" dedi kahkahalarının arasından.
"Aç lan camı seni fırlatmazsam ben de Soobin değilim." Soobin'in her cümlesinde gülüşü daha da şiddetleniyordu. Öyle ki gözünden yaşlar akıyor, karnı gülmekten ağrıyordu. Nefes nefese kaldığında gülmeyi bıraktı ve yaşlı gözleriyle Soobin'e baktı. Yanakları kıpkırmızıydı ve oturduğu yerden sinirle kendisine bakıyordu.