"Niye sessiz sessiz oturuyorsun öyle?" üzerine atılan yumuşak battaniyeyle bakışlarını yerden çekip tepesinde dikilen Soobin'e çevirdi. "Kafanı dinlemek istersin diye düşündüm."
Soobin'in yanına geleli bir saati geçiyordu. Geldiğinde Soobin'i gözyaşları içinde bulmuş, onunla beraber engel olamayarak kendisi de ağlamıştı. Tek fark ağlarken bir yandan da Soobin'in saçlarını okşamıştı. Soobin'in buna ses çıkarmaması nedeniyle içinde umutlar yeşeriyordu.
"Dinliyorum zaten, konuş sen."
Kendisine getirdiği battaniyeyi üzerine aldı ve tıpkı Yeonjun gibi yere çöktü. İkisi de sırtını koltuğa yaslıyor, sessizce birbirlerine bakıyorlardı. "Tanışma hikayemizi sevdim." dedi Soobin yüzünde bir tebessümle. Yeonjun'un bakışları öyle hızlı buldu ki kendisini, kıkırdamadan edemedi. Pasparlak gözlerle bakıyordu gözlerinin içine. "Gerçekten mi?" diye sordu heves ve heyecanla. Soobin kafasını salladı.
Onun bu cevabıyla Yeonjun'un içi çoktan kıpır kıpır olmuştu bile. Gülümseyerek önüne döndü ve ayaklarını sallamaya başladı. Şirin görünüyordu. Soobin'in yanındayken dışarıya yansıttığı o sert imajından eser kalmıyordu.
Karşısında battaniyeye sarılmış, şapşal tebessümüyle ayaklarını sallayıp duran küçük bir çocuk var gibiydi. Yeonjun'u böyle görebileceği aklının ucundan geçmezdi. "Yeonjun," dedi ona bakmasını bekleyerek. Beklediği gibi Yeonjun'un bakışları yeniden kendisine döndü. "Hm?"
Siyah saçları dağınık, gözlerinin altı çöküktü ve Soobin bunun nedenini tahmin edebiliyordu. "Bir daha kendini suçlama." dedi ciddi ifsdesiyle. Yeonjun'un yüzündeki tatlı ifadenin kayboluşunu ve yerini hüzünlü bakışların alışını izledi.
"Ne?"
Sesi titriyordu. Sanki birden tüm gücü çekiliyormuş gibi hissetti Yeonjun. Elleri battaniyesini tutarken yumruk şeklini aldı ve tutunmaya çalıştı. Soobin ona bakmayı sürdürüyordu. Bir iki santim öne kayarak vücudunu biraz daha yaklaştırdı Yeonjun'a.
"Yaşadığım şey senin suçun değildi." dedi ve rahatlaması adına gülümsedi. "Bir şeylere hakkının olmadığını düşünmeni ya da kendini suçlamanı istemiyorum. Daha fazla devam etme buna." pasparlak olan gözler buğulanmaya, yaşlarla dolmaya başladı bir anda. Soobin'in tek bir cümlesiyle bu hale gelebiliyordu.
Yüzü düz ifadesini korurken bir damla yaş düştü yanağına. İlk kez canını yakmamıştı. Kalbinin üzerindeki yükün kalktığını hissetti. Artık nefes alırken canı yanmıyordu.
"Soobin ben," Soobin güldü ve omzuyla Yeonjun'un omzunu dürttü. Bir nevi söylediklerini reddetmemesi adına uyarı yapıyor gibiydi. "Ciddiyim ben." dedi ardından. Sinirlenmiş ve gerçekleri öğrendikçe kendini kaybedecekmiş gibi hissetmişti ancak ona bunu açıkça söylemese de Yeonjun'un yaşadığı acıların farkındaydı.
Anlattığı hikayede ana karakterin kendisi olduğunu bilmezken bile Yeonjun'un çektiği acıları anlayabiliyordu. Artık böyle hissetmesini istemiyordu. Kendine eziyet edişini oturup izleyecek değildi.
"Fotoğraflarımız var mı?" diye sordu merakla. Yeonjun gözünden akan yaşları sildi ve güldü. "Olmaz mı." dedi kısık sesle. Ardından vücudunu biraz yana eğdi ve cebindeki telefonu çıkarıp bir yerlerde gezinmeye başladı. Soobin sessizce bekliyordu.
Daha sonra telefon kendisine doğrultuldu ve karşısında çıkan fotoğrafa baktı uzun uzun. Yeonjun uzanmış yanağını ısırıyordu. Kafalarında komik şapkalar vardı ve Soobin yalandan ağlıyormuş gibi yapıyordu.
"Burada bütün gün bilerek seninle kavga ettikten sonra gizlice düzenlediğim doğum günü partindeyiz." Yeonjun'a baktı şaşkınlıkla. "Bakma öyle." dedi gülerek. "Hiç beklemiyordun günün sonunda böyle bir sürpriz yapılmasını, başarılı oldum işte." gülümsedi Soobin.