4/ Savaş suçu

351 29 12
                                    

"Lan kuduz!"

Hakan sırtındaki çanta ve silah yüzünden yeterince yorulmuştu. Bunalmış sesi ile cevap verdi.

"Ne var?"

"Piç dönmüş diyorlar. Herifi arada bir tatile yolluyorlar herhalde. Yavşakların keyfine bak."

Evet. Piç, Hakan geldiği süreç boyunca ortada yoktu. Hakan başta bunun şans işi olduğunu sanmıştı. Ama kötü gerçek yüzüne çok geçmeden vurulmuştu. Piç beyefendi tatildeydi. Onlar da köpek gibi sürünüyorlardı işte burada.

"Nerede oluyor bu piç? Savaş alanına yakınlığı falan?"

"Valla bilmiyorum. Gören pek olmadı. Olan da geberdi zaten. Ayak altında olmuyor bi onu biliyoruz. Akşama doğru gezi grubunda onun tüfeğinin mermileri vardı. Ondan anladık. Herif altı kişiyi göz açıp kapatana kadar gebermiş."

Hakan ürperdi. Belki de şu an görüş alanındalardı. Ardından başını salladı ve kendine gelmeye çalıştı. Sorun yoktu. İyi bir fırsattı bu onu indirmek için. Şafağa doğru çıkmışlardı zaten. Görmek zordu onları. Hakan'ın tepesi atmıştı zaten. Geldiğinden beri her şey şaka gibiydi.

Hele albay pezevengi. Her şeyi bok etmişti. Kuzey'in neden ondan nefret ettiğini anlayabiliyordu. Hakan başta götünden olacağını falan sanmıştı. Ama adam resmen onu test ediyordu. Bana şunu getir Hakan, şunu götür Hakan, odamı temizle Hakan. Resmen hizmetçi etmişti adam onu. Dinlenecek vakti bile bakmamıştı. Şimdi de manyak herifin teki tarafından vurulmamaya çalışıyorlardı. Muhteşem.

Hakan o gün verilen alanına gitti. Bir ağacın tepesindeydi. Akşama kadar burada kalacaktı. Savaş alanına yakın olmasa bile gelen geçeni görebildiği bir yerdi. Piç geldi diye onu arkaya atmışlardı muhtemelen. Hakan beklediği süre boyunca kendi kendine düşündü. Burada işi birince neler yapacağı ile ilgili pek çok hayal kuruyordu bu durumlarda. Eve dönünce Yıldırım ve Gökhan'a sarılmak istiyordu. Üniversitesini düşünüyordu. Pek çok şey kafasından geçip gidiyordu. Hala hayatta olduğunun belirtisi gibiydi bunlar. Ruhunu kaybetmemişti daha.

Birkaç saat sonra, Hakan yürüyen iki asker gördü. Dürbünü ile bakarken bunun oldukça beklenmedik bir görüntü olduğunu fark etti. Adamlardan biri kendi üniformalarını giyiyordu. Arkasında ise bağlayıp sürüklediği bir düşman asker vardı. Hakan tetikten elini çekti. Demek birini yakalamışlardı. Yine de meraktan dürbün ile izlemeye devam etti. Sonuç olarak beklenmedik bir şey ortaya çıkabilirdi. Belki asker kaçmaya çalışırdı.

Hakan izlemeye devam ederken yerinde olmayan bazı şeyler olduğunu fark etti. Asker, bağladığı askeri bir ağaç kenarına koymuş, kıyafetlerini çıkartmaya başlamıştı. İzlemeye devam ettikce ise Hakan olanları anladı. Askere istirmar edecekti. Hakan tiksinti ve panik ile ne yapacağını düşündü. Sonuçta düşman askeriydi. Bunu görmezden gelebilirdi. Ama içi buna izin vermiyordu. Burada ki savaşları bunun gibi bir iğrençlik için bir sebep değildi.

İzlemeye devam etti. Askerin gözündeki korku ve çaresizliği. Gerçekten de içi sızlıyordu. Bu asker onların kışlalarında kalıyordu. Kim bilir başka askerlere neler yapıyordu. Hakan için bir an üzerlerindeki üniformalar görünmez oldu. Her insan eşit oldu. Karşısında düşman ve dost yoktu. Bir tecavüzcü ve kurban vardı. Gökhan'a olanları düşündü. Yıldırım'a olanları. Bunun da farkı yoktu. Savaş, bu iğrençliğe sebep değildi.

Hakan bedenine gelen sinir dalgası ile elini tetiğe geri koydu. Bunu cidden izlemek istemiyordu. Yapacağının bir savaş suçu olacağını biliyordu. Ancak burada olan burada kalırdı. Aynı o pezevengin kafasında olan hesaptı bu. Ne diyebilirdi ki en fazla? Hayır mı?

Hakan tetiği çekti. Büyük bir gürültü duydu. Ancak bedenine büyük bir korkunun dolması saliseler buldu. Bu, yaptığının pişmanlığı falan değildi. Onun silahı bu kadar güçlü ses çıkartmıyordu. İki ses birbirine karışmıştı. Adam, daha mermi ona ulaşamadan vurulup yere düşmüştü. Hakan'ın mermisi de arkasındaki ağaca saplanmıştı.

Adamı başka biri vurmuştu. O değil.

Hakan birden panik ile silahını kaldırdı. Piçti bu. Emindi. Ve yerini belli etmişti. Panik ile malzemeleri toplamaya çalışırken gürültülü bir ses daha duydu. Hemen eğildi. Ateş ona edilmişti. Mermi az önce kafasının olduğu yerin arkasına saplanmıştı. Hakan korku ve panik ile malzemelerini alıp ağaçtan atladı. Çalıların arasına girip hızla kaçmaya başlamıştı. Ama takip edildiğini biliyordu. Tam uzaklaşmak üzereydi ki az önceki askeri gördü. Üstü soyulmuş halde titriyordu. Kan ona da sıçramıştı. Bu gidişle soğuktan donacaktı.

Hakan olduğu yerde durdu.

"YA HASSİKTİR YA!"

Hakan hızla oraya koştu ve adamı tutup çalıya çekti. Asker korku ile ona bakıp hayır anlamı ile kafasını sallıyordu. Hakan bıçağını aldı ve onun bağlı olduğu ipleri çözmeye başladı.

"I am not gonna hurt you! Just wait!"

Adamın ingilizce anlayıp anlamadığını bilmese de bir şeyler söylemek istemişti. İpleri çözdükten sonra adama baktı. Sessiz olması için el işareti yaptı ve koşarak uzaklaştı. Bir düşman askerini kurtarmıştı. Aynı düşmanlar tarafından öldürülmeye çalışırken. Kaçarken bir yandan da şansına küfrediyordu. Belki de adam onu öldürmek için peşinden geliyordu. Ancak arkasına bakınca kimseyi görmedi. Kurtardığı adam, silahlı olmasına rağmen ona saldırmamıştı. Belki de bir tür teşekkürdü bu.

O günün akşamı Hakan kendi kendine düşündü. Piç gerçekten manyak bir herifti. Az daha beyni patlayacaktı. Korkuyu sezmişti. Çaresizleşti. Biraz ağladı. Sonra sakinleşti. Her gece olduğu gibi soğukta uyuya kaldı. Daha yarınlar vardı. Daha çalışacaktı. Korku bir engel değildi. O bir makinaydı. Ne kadar hafiften ülkesine ihanet etmiş olsa da, hala bir ölüm makinesiydi. Öldürecekti. Ancak ne kadar dayanacaktı bilmiyordu. Belki de o ölecekti. Belki yarın. Belki yarından da yakın.

KUDUZ ||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin