Kısacık bir bölümle geldim özür dilerim:( Bu hafta okulum başladığı için neredeyse bir aydır okul işleriyle uğraşıyordum, üstüne bir de anneannem kalp ameliyatı oldu ve hiç gelemedim buralara... Ufacık bir geçiş bölümüyle geldim, kaldığımız yerden devam edicez umarım<3 Tekrar özür diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyorum.
Kapının kapanması Zeynep'in korkuyla birkaç adım gerilemesine sebep olurken Cüneyd gözlerini kapatıp bir şeyler mırıldanıyordu. Adamın sakinleşmek için dua okuduğu zannında olan Zeynep, gözlerini Cüneyd'e dikip beklemeye başladı. Yeniden bir şeyler sorarsa ne cevap vereceği hususunda bir şeyler bulmak için aklını zorlasa da sanki beyni durmuş gibi hiçbir şey üretemiyordu. Bulamadığı bahaneler telaşını artırıyor, zaten yeni yavaşlamaya başlayan nabzının yeniden hızlanmasına sebep oluyordu. Sadi Hüdayi Efendi'nin gelişi alev alev yanan eve bir bardak su olup serinletse de, etkisi gidişiyle beraber kaybolup gitmişti.
Cüneyd, gözlerini kapatıp sakinleşmek üzere verdiği mücadelede kısmen başarılı oldu. Son olarak ettiği duanın ardından ellerini yüzüne, sakallarına sürüp derin bir nefes aldı, sağ yanında birkaç adım ötede dikilen Zeynep'e baktı.
Zeynep titreyen gözbebekleriyle darmadağın gözüken Cüneyd'e bakarken ne yapacağını merak ediyordu. Ne kadar korkuyor olsa da korkusunun sebebi Cüneyd değil, kendisiydi. Cüneyd'in ona bir şey yapmayacağını -sebebini bilmediği bir şekilde- hissediyordu, hatta bundan emin sayılırdı. Korkusu, yakalanmaktan geliyordu. Aklına gelen tüm yalanlar temelsiz ve anlamsızdı. Gerçeği anlatmasına ise imkan yoktu. Bu işin içinden nasıl olup da kendini sıyıracağını bilmiyordu. Sıyıramazsa neler olacağını düşünmek bile istemiyordu.
Tüm bu kasvetli hal devam ederken Cüneyd yaslandığı kapıdan ayırdığı bedenini sağa çevirdi ve gözlerini bir an olsun kızın üzerinden çekmedi. Az zaman öncesinde olduğu gibi alev alev yanmasa da sinirini belli eden bu surat, kızda tuhaf bir heyecan oluşturuyordu. Bir ceylan gibi gözlerini kırpıştırdı.
Cüneyd nihayet gözlerini kızdan ayırdığında askıda asılı halde bekleyen, eve geldiğinde büyük bir heyecan ile çıkarmasına rağmen şu an tam tezat duygularla uzandığı cübbesini aldı. Kendi üzerine, gömleğine baktı ve geri bıraktı. Dağılmış halinin ayırdına varmıştı belli ki. Şekli bozulan gömleğini düzeltmek üzere geniş pantolonunun belini gevşetti, gömleğini düzeltti, cübbesini tekrar eline aldı. Zeynep bunları izlerken ne düşüneceğini bilemiyordu ama hissettiği tuhaf utançla adam üzerini düzeltmeyi bitirene kadar başını eğerek beklemişti.
Cüneyd, eğdiği başını son bir kez kıza bakmak üzere hafifçe soluna çevirse de bir saniyeden uzun bakmak azap veriyormuş gibi hızla eski pozisyonuna döndü. Takkesini takarken Zeynep'in telaşını da soru soran bakışlarını da umursamamakta kararlıydı. Madem kendisinden saklanan bunca şey vardı, nereye gittiğini de ne yapacağını da söylemeye lüzum yoktu.
Bu evlilikte her şey olması gerektiği gibi, karı koca hukukunda olsun istemişti ama belli ki verdiği kararlar yanlıştı. Zor yoldan öğrenmek mecburiyetinde kalmıştı Cüneyd.
Zeynep kelimeler dilinin ucuna gelse de, Cüneyd kapıyı açarken de dışarı çıkarken de onun nereye gittiğini soramamıştı. Şimdi ancak arkasından bakakalmıştı. Daha birkaç saat önce bu kapıda, böyle bakarken hissedilen her şey nasıl da hızlı sönüp gitmişti, üstün zihni bile bu sürati kavrayamadı. Suavi Dede'sinin öğretemeyeceği hız problemlerinin de olduğunu, tam o an anladı.
***
Sadi Hüdayi Efendi ne yapacağını bilemez bir telaşla cübbesinin eteklerini savurarak oradan oraya koştururken Arif'i de peşinde sürükleyişinin dışarıdan nasıl bir temaşaya sebep olduğunun farkında değildi. Peşindeki genç adama da bulaştırdığı fakat kendisinden bir gram eksiltmediği telaş; ayaklarına ve zihnine dolanıyor, bir çare bulmasının önünde duvar oluyordu.
Yeğeninin tavrı yaptığı plandan caymasına sebep olmuştu. Adamın karısını zorla alıp götürecek değildi. Tövbe haşa, dinsiz gibi. E Cüneyd kendi gelmeyi de zinhar kabul etmiyordu, ne yapmak icap ederdi?
Bir çıkış yolu bulamadığını idrak ettiğinde aniden olduğu yerde durup gözlerini kapatarak aldığı derin nefesin ardından Arif'i herhangi bir yere yollayıp evinin yolunu tuttu. Oradan oraya koşuşturmanın manası yoktu, istişare icap ediyordu.
***
"Ya Fettah, Ya Şafi, Ya Rab."
Mırıldandığı esmaların gönlüne ferahlık, zihnine açıklık vermesini umuyordu. Yol boyu es vermeden tekrarladığı kelimelerin içindeki sıkıntıyı çözmesinden başka bir isteği yoktu. Düşünmemek için üstün bir çaba verse de göğsündeki sıkıntının bir türlü dinmeyişi hüznünü artırıyordu. Nihayet avlunun sonuna gelip kütüphanesine vardığı anda durdu. Önünde birleştirip tespihini tuttuğu ellerini çözüp kapıyı sağ eliyle aralarken açık havadan son bir nefes çekti içine.
Kapattığı kapının ardından vakit geçirmeden yere çökmüş, elindeki kızıl tespihle zikir çekmeye başlamıştı. Bir kriz anı yaşamadığı için şükrediyordu. Yoksa tepkisinin ne kadar büyüyeceğini kendisi de kestiremiyordu. Ne olursa olsun, ne yapmış olursa olsun Zeynep'e zarar vermek istemezdi.
Parmakları tespihindeki farklı boncuğa ulaştığında kapalı gözlerini aralayıp boncuğa baktı. Kaç saniye, kaç dakika geçirdiğini bilmiyordu ama gözlerinin yaşlarla dolacağını hissettiğinde gözlerini boncuktan ayırıp kaldığı yerden devam etmeye mecbur olmuştu.
Şu an tek istediği, zihninden de yüreğinden de bu sisi dağıtmaktı. Zira göğsündeki nefes aldırmayan bu baskının sebebini sorgulama cesaretine henüz sahip değildi.
***
Saatler birbiri ardına geçip giderken iki ayrı evde apayrı rüzgarlar esiyordu.
Sadi Hüdayi Efendi karısını ve kızını yanına oturup gördüklerini bir bir anlattıktan sonra "Aman ha, dedikodu zannetmeyesiniz. İstişare için söylüyorum size bunları." diye eklemiş, tam cevaplarını beklediği sırada çalan telefonla tüm telaşını alıp götüren o haberi almıştı: Haber yapılmayacaktı.
Kimin engel olduğunu sorgulamaya bile gerek görmeden Fanilerin korkusuna geri adım atıldığını düşünerek çifte keyfe kapılmış, eşiyle kahvesini yudumlamakla meşguldü. Gözden kaybolan kızının ne yaptığıyla bile ilgilenmeyecek kadar sarhoşluğa dalmıştı. Zira son yıllarının en büyük korkusunu yaşadıktan sonra aldığı bu haber onu tahmin edilebileceğinden daha çok hoşnut etmişti. Evinde serin, sarhoş edici bir meltem dolanıyordu.
Birkaç yüz metre ötede ise bambaşka bir hal seyrediyordu. Genç kız, çıkıp giden adamın ardından bir süre baktıktan sonra kapıyı kapatıp bir köşeye çökmüştü. Ağlamak istiyor, yapamıyordu. Cüneyd nereye gitmişti, kime ne diyecekti? Düşünmekten başına ağrılar girmişti Zeynep'in.
Kaç dakika, kaç saat orada öylece kaldığını bilmiyordu ama karanlık iyiden iyiye çöktüğünde Cüneyd'in bu gece gelmeyeceğini de kabullenmişti.
Yerinden doğrulurken kızaran ama bir türlü yaşarmayan gözlerle kısaca etrafına bakındı. Çok vakit kaybetmeden kapının üzerinde asılı anahtarı iki kez çevirerek kilitlediğinden emin oldu. Evlilik fikrinden her ne kadar korkmuş olsa da evde Cüneyd'le kalmak yalnız başına kalmaktan çok daha iyiydi, bunu ilk kez bugün bu kadar net hissetmişti. Özellikle gece vakti bu koca evde bir başına kalacak olma fikri, ürkmesine sebep olmuştu.
Bir anda içeri esen buz gibi havayla ürperdi. Perdeleri uçuşturan rüzgarı engellemek için hızla camı kapatırken, gece boyu ortalığı toplamakla uğraşacağı belli olmuştu.
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Muhafız| CünZey
FanfictionKâinatta ne varsa hepsi vehim ve hayal, Yani aynalara vuran akisler veyahut gölgeler.