"Küçükken hiç gitmek istedin mi?" Zevcesinin yumuşak sesinden medet umarken durgun bir sesle yanıtladı. "Nereye?"
"Aç kalıp ekmeğe tuz biber ekeceğin bir yere." Zeynep çok istemişti gitmeyi, çok da vazgeçmişti. Daha buralara gelmeden, memlekette, babasının annesine zulmüne şahit oldukça kaçıp gitme isteğini hissetmişti. Buradaki maceraları ise, eh zaten malumdu.
"Sen de 'ne istiyorsun' diye mi soracaksın?" Benim sana sorduğum gibi...
"Haşa." dedi hızla. Şeyh torununa sual etmek haddi değildi tabii. Daha ilk günden yanlış bir şey yapmak istemiyordu Zeynep. Sakince sağına dönüp kocasının yüzüne baktı. Cüneyd kendisine bakmıyordu. Derin bir nefes alıp bacaklarını topladı. Kocasıyla aynı yöne doğru oturmaya karar vermişti.
Zira bundan böyle hayat arkadaşı olduklarından aynı yöne bakmaları icap ediyordu.
***
Bir Buçuk Saat Önce
Feyza derse ara verdiğinde kendini dergahın bahçesine zar zor atmıştı. İçinin yangını bir türlü geçmiyordu. Yıllardır içinde büyüttüğü aşkın ellerinden kayıp gidişini kabullenemiyordu. Tam kavuştuğunu zannederken nişanına şahit olmuş, apar topar yapılan nikahını izlemişti. Yıllardır herkesi reddeden Cüneyd Efendi, bu nikahın hızlanması için talimat vermişti. İçindeki acı geçmiyordu, hiç de geçmeyecekti sanki. Bir de sabah sabah teyzesinin intikam alır gibi "Hanımıyla hazırlığı varmış." demesi bir taş gibi oturmuştu göğsüne. Düşecek gibi attığı adımlardan sonra bir ağaca yaslandı.
Kütüphanenin kapısında dolanan Naim Efendi'yi fark etmesiyle toparlanıp dikkat kesildi. Adamın kıpırdanıp durmasını hayra yorası gelmemişti. Sabah tahmin ettiği hal üzerine mi buraya gelmişti acaba? Cüneyd'in kızı yatağına almadığına dair inancı kuvvetleniyordu.
Böyle bir durumu kızın babasının konuşmasının uygun olmayacağını, sebebin bu olmasının imkansız olduğunu düşünemiyordu genç kız. Zira aklı başında sayılmazdı.
Cüneyd'in de geldiğini gördüğünde merakı arttı. Kendini fark ettirmemeye çaba sarf ederek biraz daha yanaştı. Ne konuştuklarını duyması gerekiyordu ancak Naim Efendi etrafa bakınıp bir şeyler söyledikten sonra Cüneyd'in peşi sıra içeri girdiğinde elindeki son imkan kırıntısı da yok olup gitmişti. Sinirle sessiz olmaya çalışarak attığı çığlıklardan sonra işinin başına, dersine dönmeye mecbur oldu.
Sınıfa girdiğinde kızların okumalarını dinlerken camın önünden ayrılmıyordu. Bir şekilde neler olduğunu öğrenmesi gerekiyordu. Sabırsızlıkla bir ileri bir geri sallanırken Naim Efendi'nin yüzündeki sırıtışla çıkıp gittiğini gördü. Anlaşılan tahmin ettiği gibi bir mevzu yoktu ortada. Hiçbir şey düşünemezken aheste kütüphaneden çıkan Cüneyd'i fark ettiğinde alelacele dışarı attı kendini. Çıkarken kızlara onları oyalayacak bir şeyler söylemişti ama ne dediğinin farkında bile değildi.
Kapıdan çıkar çıkmaz hızını düşürdü. Heyecanla eşarbını düzeltti. Amacı, bu sohbeti tevâfuken başlatmış gibi göstermekti. Biraz nefeslenip sakin bir görüntü oluşturduktan sonra birkaç metre ötesinde aheste volta adan adama seslendi.
"Cüneyd Efendi."
Cüneyd önce duraksadı, sonra yavaşça arkasına döndü. "Feyza Hanım."
Eskiden olsa yalnızca ismiyle sesleneceği bu kıza artık böyle hitap etmesinin münasip olmayacağını düşündüğünden nişandan beri mesafe koymak amacıyla hep 'hanım' demeyi tercih ediyordu. Daha da bir şey demeye lüzum görmeden kızın konuşmasını bekledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Muhafız| CünZey
Fiksi PenggemarKâinatta ne varsa hepsi vehim ve hayal, Yani aynalara vuran akisler veyahut gölgeler.