Eleven

23 11 1
                                    

Çantamı aldı ve bana yardım ederek otelden çıktık, yine onun arabasının ön koltuğuna bindim ve nereye gittiğimizi dahi bilmiyordum. Süper.

~~~

Yarım saattir Louis ile arabada yalnız olmak o kadar gericiydi ki, sanki saatlerdir yolda gibiydik. Ne konuşuyor, ne de başka bir şey yapıyordu. Su gibi akan zaman yalnızca bu adamla duruyordu. O kadar sıkılmış ve meraklıydım ki en son yolda ki kırmızı arabaları sayma oyununu oynamaya başladım içimden.

Yolu izlemekten sıkılmazdım hem de asla, ama böyle bir adamla ve üstelik ben yaralıyken bu yol olayı daha da zorlaşıyordu.

Evler birer birer arkamızda kalırken geçtiğimiz yeri gördüm, içimde bir şeylerin hareketlenmeye başladığını hissettim. Ama tamamen üzüntüden kaynaklı hislerdi bunlar. Gözlerim kocaman açıldı ve Louis'ye döndüm.

''Bay Tomlinson, bir şey rica edebilir miyim?'' gözlerimi yolun kenarından ayıramadım. Ve yalnızca söyleyeceğim şeyi onaylamasını diledim.

Kafasını bana çevirirken araba yavaşladı.

''Burada ki mezarlığa uğrayabilir miyiz? Lütfen, çok kısa sürecek.''

Derince iç çektiğine tanık oldum fakat sadece kafa salladı ve el frenini çekip arabadan indi.

Mezarlığa ilerlediğimizde, hala daha tam yürüyemiyordum. Louis, bana yardım ediyordu. Aslında bana yardım etmesi ve buraya uğramamıza tamam demesi bile benim için bir mucizeydi. Ki buraya uğramadan geçip gitseydik her şey daha da kötü olacaktı, en azından benim için.

Bir kaç mezarlığı geçtikten sonra büyük haç işaretli yerde durdum, aşinası olduğum bu yer benim için gerçekten de paha biçilemez değerdeydi. Louis kolunu sırtımdan çektiğinde ağzımı oynatarak teşekkür ettim.

Göz yaşlarımı tutmaya çalıştım fakat çok zordu, kararmış toprağa bakarken dünyamın bir kez daha kaydığını hissettim.

Mezar taşının üzerinde ki isimde göz gezdirdim. ''Edward Nicholson'' onu çok özlemiştim.

''Üzgünüm...'' diye mırıldandım.

''Madalyona sahip çıkamadım... Üzgünüm..'' Onun beni yukarıdan izlediğini biliyordum ve onu üzdüğümü hissediyordum. 

O madalyon ondan bana kalan her şeydi, o benim ailem her şeyimdi. Bu yüzden toprağına dokundum, toprağına elim değdiği anda gözlerimde ki dolu dolu yaşlar hüsranca kendilerini aşağıya doğru ittiler. Yaşlar gözümde o kadar birikmişti ki, önümü doğru düzgün göremez hale gelmiştim.

Bir kaç adım geri de duran Louis'nin orada olduğunu çoktan unutmuş, kendimi dış dünyaya aniden kapatmıştım.

Meraklı bakışları üzerimde geziniyordu ama ben bunu fark edemeyecek derece de hüzünle doluydum. Aniden başıma güçlü bir ağrı girmeye başladı, ağzımdan küçük bir çığlık kaçarken Louis'nin hemen yanıma geldiğini ve beni tuttuğunu hissettim. Bu dün ki ve ondan önce ki gün de yaşadığım acıyla aynıydı, hala daha sebebini anlamıyordum. Dengemi kaybetmiş başımı tutarken geçmek bilmez ağrı git gide artıyordu. Kafamı güçlükle Louis'ye çevirdim gözlerimde ki yaşlardan dolayı yüzüne tam bakamıyordum, gözümden hala daha akmaya devam eden yaşlarla beraber kafamı tutuyordum sanki her an başım patlayacak ve arkasından bir şey çıkacak gibiydi. İçerisinde durdurulamayan bir şey vardı, öyle ağrıyordu ki attığım çığlıkları duyanlar birilerinin öldüğünü zannedebilirdi, bu o derece güçlü bir şeydi.

Louis'nin gözleri kırmızılaşmış, dişleri sivrileşmişti. ''Harry, koku alıyorum buradan gitmemiz gerek.''

Kafamı olumsuz anlamda salladım buradan gitmek istemiyordum, onunla biraz daha kalmak istiyordum. Hatta onun yanına gitmek istiyordum. Çoğu kez bu buruk hissi anımsardım.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 17 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Fireside | Larry StylinsonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin