*1

509 35 51
                                    

---

Evet arkadaşlar yine ben yine ben yine bennn

Yine Hansal... Bilmiyorum, vazgeçemiyorum bu shipten. Ama ilkelde yazacağım... İyi okumalar, umarım beğenirsiniz. Kısa bir hikaye olacak. Gece yarısı da Yakamoz'a bir bölüm gelebilir. Seviliyorsunuz, öptüm. Bay!

---

Köz sizlerle....

---



Savaşın dehşeti her yanı sarmıştı. Karanlık gökyüzü kurşun yağmuruyla delik deşik olmuş, dumanlar yükseliyor, patlamaların sesi kulakları sağır ediyordu. Toprak, yanık ve barut kokusuyla dolmuştu. Çığlıklar, patlamalar ve silah sesleri birbirine karışırken, genç kadın tam ortada, soğuk bir kararlılıkla elindeki kamerayı tutuyordu. Etrafında insanlar can veriyordu, ama o, gözlerini vizörden ayırmıyordu. Sadece o anı yakalamaya odaklanmıştı. Parmakları, makinayı refleks olarak kavrıyor, her patlama ve ölüm anında deklanşöre basıyordu.

Ayağının dibine bir kurşun saplandı, ama o kımıldamadı bile. Gözleri başka bir sahneye odaklanmıştı: Bir patlamanın etkisiyle açılmış derin bir çukurun ortasında, çamurun içinde yatan eski bir oyuncak bebek. Hemen yanında, korku ve gözyaşları içinde, oyuncak bebeği almak için çamurun içine atılan küçük bir çocuk vardı. Çocuk, zorlukla ellerini bebeğe uzatıyor, titreyen parmaklarıyla oyuncağa tutunmaya çalışıyordu. Çocuk masumdu, dünyadaki bu kaosun, bu vahşetin bir parçası olamayacak kadar küçük ve savunmasızdı. Ama savaş, kimseye merhamet göstermiyordu.

Gözleri, kameranın vizöründen uzaklaşamıyordu. Bir adım atsa, çocuğu belki kurtarabilirdi. Ama adım atamadı. Bir şey onu durduruyordu, içindeki derin bir boşluk... Oysa kalbi, her çocuğun attığı adımla atıyordu. Çocuğun ince parmakları oyuncağa dokunduğu anda, bir keskin nişancı tüfeğinin soğuk sesi duyuldu. Bir kurşun, çocuğun göğsünü delip geçti.

O an, zaman durmuş gibiydi. Çocuğun küçük bedeni yavaşça yana devrildi, oyuncağı sıkı sıkı kavramıştı. Sanki çocuğun vurulduğu anın tam fotoğrafını çektiğini hissetti. Parmakları istemsizce deklanşöre basmış, gözleri o ana kilitlenmişti. İçinde bir çığlık yükseliyor, dudaklarından dökülmüyordu. Sanki boğazında bir yumru vardı ne bağırabiliyor ne de harekete geçebiliyordu. Her şey buz gibi donmuştu. Sadece o fotoğraf, o anın tüm acısını ve çaresizliğini içeriyordu.

Ekipteki arkadaşı, ona doğru koşturup kolundan çekiştiriyordu.

"Hande!!"

"Hande... gel buraya!!"

"Buradan çıkmamız lazım!"

Ama Hande donmuştu, yerinden kımıldayamıyordu. Çocuğun cansız bedeni, küçük elleriyle sıkıca sarıldığı oyuncak, gözlerinin önünden silinmiyordu. Zaman sanki akmayı bırakmıştı; her şey ağır çekimde gibiydi. Dünya, bir anda sadece o anın etrafında dönüyordu.

Tam o sırada bir ıslık sesi duyuldu. Çok kısa, çok keskin. Ardından vücudunun derinliklerinde, tarif edilemez bir acı belirdi. Başta ne olduğunu anlayamadı. Bir an için nefesi kesildi, bir boşluk hissetti. Sonra karnından yayılan sıcaklık, her şeyin farkına varmasını sağladı. Vurulmuştu.

Bir el, karnından aşağıya doğru yayılan sıcaklığın kaynağına tekrar gitti. Parmakları, hızla ıslanan kumaşı hissediyordu. Solukları kesik kesikti. Duman, barut ve kan kokusu her yerini sardı. Gözleri kapansa da o son an, çocuğun cansız bedeni ve sarıldığı oyuncak, zihninin en karanlık köşesine kazındı.

Birden, içindeki acı zirveye ulaştı. Sanki tüm dünya karnına saplanan o tek kurşunla yerle bir olmuştu. Yavaşça geriye doğru devrildi. Dizleri toprağa çarptı, sonra sırtı. Gözlerini gökyüzüne çevirdi. Karanlık, her şeyi yutuyordu. Son bir çığlık atmak istedi, ama sesi çıkmadı. Nefesi tükendi. Etrafındaki her şey silikleşirken, sadece bir gerçek kalıyordu: Çocuğu kurtaramamıştı, kendini de...

KözHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin