*11

154 19 3
                                    



Sabah olduğunda odanın içine solgun bir ışık sızıyordu. Güneş doğmuştu, ama Hande'nin ruhuna ulaşamıyordu. Koltukta büzülmüş, kıvrılmış bir şekilde yatıyordu. Üzerindeki ince battaniye, tam anlamıyla onu örtmemişti. Gecenin izleri her yerindeydi; saçları darmadağınık, gözlerinin altı koyu halkalarla kaplıydı. Koltuğun kenarında uyuyakalmış gibiydi.

Etrafındaki dağınıklık, bir savaş alanını andırıyordu. Sehpa tamamen boşaltılmıştı; kırık cam parçaları yerde, dergiler, kitaplar dağılmış haldeydi. Sehpanın üzerinde Saliha'nın daha önce ev de bulunsun diye getirdiği beyaz bir sağlık çantası duruyordu. Açık bir şekilde kalmıştı, içindeki bandajlar, gazlı bezler etrafa saçılmıştı. Hande'nin eli ise aceleyle sarılmış, yamuk bir bandajla kaplanmıştı. Kan, bandajın kenarlarından sızmış, kurumuştu; bandajı kirleten kırmızı lekeler dikkat çekiyordu.

Küçük masanın üstünde birkaç kullanılmış peçete, sönmüş bir mum ve gece boyu dokunulmamış bir su bardağı duruyordu. Tüm oda, bir kaosun izlerini taşıyordu. Hande, ter içinde uyuyordu; yüzü hâlâ acının ve bitkinliğin izlerini taşıyordu. Gecenin kaotik etkisi bedenine işlemişti.

Birden, derin bir soluk alarak uyandı. Gözleri hızla açıldı, nefes nefeseydi. Göğsü hızla inip kalkıyordu, sanki bir kâbusun ortasından çıkmış gibi. Ter içinde kalmış alnı parlıyordu, ter damlacıkları yüzünden süzülürken boğazına yapışmış olan saç tellerini fark etti. Yüzü, hâlâ kâbusun etkisinde kalmış gibi solgun ve korku doluydu.

Elini alnına götürdü, terini silmeye çalışırken avuçlarının ve parmaklarının titrediğini fark etti. Bandajlı eli, acı verici bir ağırlık gibiydi. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, ama nefes almak bile zor geliyordu. Gecenin karanlığını, Simge'nin yüzünü ve Saliha'yla yaşadığı o kavgayı hâlâ unutamamıştı.

Başını yavaşça geriye yaslayarak koltuğa çöktü, gözlerini tavana dikti. Göğsü, adeta patlayacak gibi atıyordu. Yine o tanıdık yalnızlık hissi tüm bedenini sardı. Kollarını göğsünde birleştirerek kendini sarar gibi yaptı, ama bu yalnızlık hissini ne azaltabiliyor ne de yok edebiliyordu.

Gözleri masaya kaydı. Saliha'nın getirdiği sağlık çantası... Onun getirdiği bir yardım sembolü, ama Hande için bu yardımın bir anlamı kalmamış gibiydi. Gecenin ardından Saliha'yı uzaklaştırmış, onu kendinden uzak tutmuştu. Şimdi ise o yalnızlık hissi, daha ağır ve daha derin bir hale gelmişti.

Hande, bandajlı eline baktı. Zihninde tekrar o anlar canlandı; sehpayı itip camları yere fırlattığı anlar, kırık camın elini kestiği o acı dolu an... Ama bu acı, içindeki derin kederin yanında bir hiçti.

--

Hande, tavana bakarken, odanın içinde rahatsız edici bir sessizlik hâkimdi. Zihni boşalmış, hiçbir şey yapacak gücü kalmamış gibiydi. Etrafındaki dağınıklık sanki içindeki kaosun bir yansımasıydı.

Tam o anda, uzaktan bir titreşim sesi duyuldu; ardından Hande'nin telefonu çalmaya başladı. Ses, dağınık eşyaların altından geliyordu. Hande, önce sese tepki vermedi. Gözlerini kırpmadan tavana bakmaya devam etti, ama telefonun ısrarlı zili onu rahatsız ediyordu.

Sonunda, yavaşça yerinden kalktı, bitkin vücudu ağır ağır hareket ediyordu. Telefonun sesini takip etti, ama nereden geldiğini anlamak için biraz zorlandı. Sehpanın üzerindeki dağınıklığa göz gezdirdi. Kitapların altında mıydı? Yoksa yere düşen cam parçalarının arasında mıydı?

Ellerini hafifçe kırık camların ve dağılmış eşyaların arasına sokarak telefonunu aramaya başladı. Elini her hareket ettirdiğinde bandajlı eli sızlıyordu, ama bu acıyı önemsemiyordu. Birkaç kitabı, şişeleri kenara itip, koltuğun yanına doğru eğildi. Telefon hâlâ çalıyordu, ama eşyaların altında kalmış gibi sesi hafif boğuk çıkıyordu.

KözHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin