*2

180 29 9
                                    


Hande arkadan yürürken, Saliha önden hızlı adımlarla ilerliyordu. Bir anda Saliha kapının önünde durdu ve Hande ona yetiştiğinde yüzünde muzır bir ifadeyle Hande'ye dönerek

"Benim bilgim bu kadar, araba nerede?"

Hande hafifçe gülerek. "İlerideki otoparka bıraktım emanet olarak, biraz ıslanacağız ama..." demeye kalmadan, Saliha çoktan yola atlamıştı bile. Hızlıca otoparka vardılar. Hande arabayı otoparktan alıp ikisi de içine geçtiler. Her ne kadar çatı altlarından gitmeye çalışsalar da hafifçe ıslanmışlardı. Saliha, koltuklara bakarak.

"Biraz ıslattım."

"Sorun yok,"

"Peki nereye gidiyoruz,"

"Sana güzel bir kahvaltı ısmarlayacağım."

"Hem gece yarısına kadar vaktimiz var."

"Tamam," dedi Hande gülümseyerek ve arabayı sürmeye başladı. İstanbul'un dışında, şiddetli bir fırtına kopuyordu, rüzgar ve yağmur camları dövüyordu. Ama Hande'nin arabasında her şey aksine sıcacıktı; kahkahalar ve içten gülümsemeler arabanın içinde yankılanıyordu. Dışarıdaki fırtınaya inat, içeride iki ışıldayan göz, İstanbul'a meydan okuyordu.

--

Hande'nin arabası, küçük ve sakin bir dükkanın önünde durdu. Camdan dışarı bakınca, buranın oldukça sessiz bir yer olduğunu fark etti. Gösterişten uzak, mütevazı bir mahalleydi. Saliha, hiçbir şey demeden arabadan indi ve kapıya doğru yürüdü. Hande, onun ardından aceleyle çıkıp kapıyı kapattı ve onu takip etmeye başladı.
Dükkânın kapısından içeri girdiklerinde, mekanın sade ama sıcak bir atmosferi olduğunu hissettiler. Duvarlar doğal ahşap tonlarındaydı, her yerde hafif bir kahve kokusu yayılıyordu. Mekanın ortasında az sayıda, ahşap sandalyeler ve masalar yerleştirilmişti. Yan tarafta, küçük bir kitaplık, raflara dizili eski kitaplarla doluydu. Işıklandırma loş ve yumuşaktı, birkaç lambanın yaydığı sıcak sarı ışık odanın her köşesine yayılıyordu. Duvarlarda sadece birkaç çerçeve içinde eski fotoğraflar ve minimal tablolar asılıydı. Her şey o kadar doğal ve uyumluydu ki, burada insanın içi ısınıyor, kendini rahat ve huzurlu hissediyordu.
Merdivenlere doğru ilerlerken, Hande bir an için Saliha'nın çocuksu heyecanına dikkat kesildi. Saliha'nın yüzünde tatlı bir gülümseme belirmişti, adımları hafifçe hızlanmıştı. Sanki burada olmak ona farklı bir mutluluk veriyordu. Hande, Saliha'nın bu neşesine kapılmaktan kendini alıkoyamıyordu.
Üst kata çıktıklarında, Saliha manzarayı en net görebilecek masaya doğru ilerledi ve büyük camların önüne yerleşti. Hande, peşinden gelerek aynı masaya oturdu. Karşılarına, yağmurla yıkanmış sessiz bir şehir manzarası uzanıyordu. Fırtına yavaşlamış, geriye sakin ama derin bir atmosfer bırakmıştı.
Hande, masaya oturmadan önce çantasına uzandı ve dikkatlice fotoğraf makinesini çıkardı. Saliha, fark etmeden ona bir şeyler anlatıyordu; sesi neşeliydi, yüzünde ise o sıcacık gülümsemesi vardı. Hande, bu anı kaçırmamak için sessizce deklanşöre bastı. Saliha'nın o anki gülümsemesi, samimi ve içten, objektifin ardında hapsedildi. Yıllardır fotoğraf çeken Hande, belki de ilk defa bu kadar sade, bu kadar doğal bir güzelliği yakaladığını fark etti. Saliha'nın yüzündeki masumiyet ve mutluluğun bir arada olduğu o an, Hande'nin zihninde yankılandı; bu anı ölümsüzleştirmekten başka bir şey istemediğini hissetti.
Kameranın sesi, Saliha'nın dikkatini çekti. Bir an sustu ve Hande'ye bakarak hafifçe başını yana eğdi. Gözleriyle Hande'ye soru sorar gibi bakıyordu.
"Ne yapıyorsun sen?" dedi hafif bir gülümsemeyle.
Hande, makineyi indirip, gülümseyerek omuzlarını silkti.
"Sadece bu anı kaçırmak istemedim."
Saliha, Hande'nin bu kadar doğal bir anı yakalama isteğinden hoşnut olmuş gibi başını salladı ve gülümsemeye devam etti.
"Burası harika, değil mi? Ben buraya sık sık gelirim. Sabahları kahvaltı için ideal."
Hande etrafa bakarken, sıcak atmosferin etkisiyle rahatladığını hissetti.
"Güzel yer," dedi, hafif bir baş selamıyla. Gözleri pencereye kaymış, yağmur damlalarını izliyordu.
"Mutlaka menemen söylemeliyiz."
"Yanına da simit ve peynir... Sen ne istersin?"
"Fark etmez, ne söylersen uyar."
Sipariş verdikten sonra, Saliha göz ucuyla Hande'ye baktı. Hande masaya kolunu dayamış, parmağındaki çocuk desenli bandı inceliyordu. Onun bu haline nedense gülümsemişti.
"Çok beğendin galiba."
Hande irkilerek daldığı dünyadan tekrar Saliha'nın olduğu dünyaya geri döndü.
"Efendim?"
"Diyorum, bandı bayağı beğendin galiba."
"Ah, evet, bilmem... Hoşuma gitti galiba."
"Ne zamandır sıcak bölgedesin yani... buraya dönmeden önce?"
Hande biraz düşünüp kafasından orada geçirdiği süreyi hesapladı.
"Yani parça parça orada oldum aslında ama tam bir süre verecek olursam, 2 yıldır aktif olarak savaş bölgesindeyim. Geçen sene daha çok Ukrayna sınırındaydım ama bu senenin başından itibaren Filistin'deyim. Bölge tam net değil ama sürekli değişiyor... Bir dönem uzak kaldım ama kısa bir süreliğine Karabağ'da da bulundum."
"Böyle işte."
"Vay be, 2 yılda çok şey görmüşsündür."
"Maalesef evet."
"Burada nerede yaşıyorsun?"
"Sarıyer'deyim."
"Ciddi misin?"
"Evet."
"Ben de Sarıyer'de oturuyorum. Hisar'a yakın benim evim, senin?"
"Ciddi olamazsın! Ben de Güney Kampüsü'nün hemen arkasındayım. Bayağı yakınız o zaman."
"Bunca zaman burnumun ucundaymışsın, Hande Hanım."
"Öyleymiş."
Hande, parmağındaki bandı bir kez daha göz ucuyla süzdükten sonra, bakışlarını Saliha'ya çevirdi. Gözlerinde hafif bir merak belirmişti.
"Peki, hep benden bahsettik," dedi Hande, bir kaşını kaldırarak,
"Biraz da seni tanıyalım Saliha Hanım."
"Tabii, neler öğrenmek istiyorsun?"
Hande, Saliha'nın bu cesur tavrına gülümseyip kafasından bir sürü soru geçirdikten sonra en saçma olanını sordu:
"Hayatında biri var mı?"
Neden bunu sormuştu? Ona neydi ki? Sorduktan sonra büsbütün pişman olmuştu. Hemen ardından özrünü yapıştırdı.
"Kusura bakma, kafamdan bir sürü soru geçti ama en saçma soruyu sordum. Özür dilerim."
Saliha, onun bu telaşlı haline gülüp Hande'nin masadaki eline yavaşça dokunarak onu telkin etti.
"Sorun değil Hande, normal bir soru."
Hande, Saliha'nın eline değdiği anda içinde farklı bir şeyler başlamıştı. İşte yine oluyordu. Halbuki ne yeminler etmişti, bir daha olmayacak, aşık olmayacağım demişti o meyhane masasında devirdiği kadehler üzerine. Ama Saliha'nın esiri olmaya başlamıştı bile.
"Soruna gelecek olursak, uzun süren bir ilişkimi yeni bitirdim diyebilirim sadece."
Hande yine patavatsızca içinden geçen ilk cümleyi savurdu.
"Oldukça aptal biri seni kaybeden."
Saliha yine güldü. Gamzeleri çok güzel, diye geçirdi Hande. Keşke hep gülse, dedi içinden.
"Nereden biliyorsun, belki ben onu üzdüm."
"Sen üzdüysen bile kesin o yanlış yapmıştır."
"Diyorsun... Beni tanımıyorsun ki."
"Tanımama gerek yok ki, gözlerini görüyorum. Az önce 'ilişkimi bitirdim' derken bile alnında çıkan bir anlık çizgiyi görüyorum."
"Ama yine de dersen ki ben tamamen hatalıyım, o zaman ben de bu mesleği bırakırım diyebilirim."
"Çok farklı birisin... Uzun zamandır senin gibi biriyle karşılaşmadım."
"Ama evet, yanılmıyorsun, o aptal pintinin tekiydi."
Saliha elini alnına götürüp "Daha fazla dayanamadım, bir gün hesap için yine garsonla kavga ediyordu, orada onu bırakıp çıktım, bir daha da dönmedim."
"Vay be, etkilendim."
O sırada Hande'nin telefonu çalmaya başladı. Hande, çantasından telefonu çıkarıp arayan numaraya baktı, Saliha'dan izin isteyip masadan uzaklaştı ve açtı.

KözHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin