Adem otele doğru koşar adım gitmişti. Ne alıngan adam diye düşünmüştüm arkasından bakarken. Ama o kadar hızlı gidiyordu ki hemen gözden kayboluvermişti. Gözleme yediğimiz yerden otele iki yüz metre kadar vardı. Ağaçlıklı bir yoldu. Ağaçlardan, sık bitkilerden görünmediğini düşündüm ama yürürken çevreme de göz atmayı ihmal etmedim. Yoktu.
Otelin lobisine, bara göz attım asansöre doğru yürürken. Adem ortada görünmüyordu. Hızlıca odaya gitmiş olmalıydı. Yüzüme bir gülücük yerleştirip, "Tatlım, beni affet!" diye odaya girdim ama kimsecikler yoktu. Onun odasını, banyoları, hatta balkonları kontrol ettim. Adam buhar olup uçmamıştı ya! Herhalde odaya gelmemiş, otelin geniş bahçesinde bir yere oturmuştu.
Sutyen konusunda tartışma çıkarmaya gerek yoktu, haklıydı belki de çok haklı değildi, takılmaya gerek yoktu. Zaten hava hafiften serinlemişti. Sutyenimi taktım ama altıma bir şey giymeme imkan yoktu. Yanımda iki külot getirmiştim ve dün aşna fişne sırasında onları oldukça ıslatmıştım. Kirli bir şey giyemeyeceğim için de duş yaparken şampuanla yıkamış, kurumaya bırakmıştım, yazık ki kurumamışlardı. Neyse ki Adem'in donsuz olduğumdan haberi yoktu. Söylemezsem de bilemezdi. Boşboğazlık etmemeye, bu durumumu sır olarak saklamaya karar verdim.
Cepten aramak ancak o zaman aklıma geldi. Telefonu çalıyordu ama cevap vermiyordu. Uzun uzun çaldırdım. Sonunda telesekretere düşünce kapadım. Sanırım duymuyordu ya da büyük bir olasılıkla karısının aramalarından bıktığı için telefonu sessizde bırakmıştı. Bana kızdığı için telefonu açmadığını hiç aklıma getirmek istemedim tabii...
Odada otelin karikatür gibi çizilmiş küçük bir haritası vardı. Orada otelin geniş arazisinin neresinde ne var işaretliydi. Zaten kış dönemi olduğu için tesisin açık havadaki çoğu yeri kapalıydı. Açık yerlere sırayla bakmaya karar verdim.
Otelin lobisinde bir pastane vardı. Çay saati olduğuna göre Adem oraya gitmiş olabilirdi. Önce oraya bakmaya karar verdim. Sevdiğimi çay içerken yakalayacak, kendime de güzel bir yaş pasta ısmarlatacaktım.
Ama düşündüğüm gibi olmadı. Pastane bölümünde yoktu. Bir alt katta bilardo ve masa tenisi oynanan bir salon vardı. Orada olabilir miydi acaba? Bana kızıp bilardo oynamaya gidecek hali yoktu ama yine de bir bakmakta fayda vardı, nasılsa yolumun üzerindeydi.
Tabii ki orada da yoktu. Kapıdan dışarı çıktım, dışarıda bir tek büyük havuzun yanındaki kafeterya açıktı haritaya göre. Oraya gittim ama orası da bomboştu. Sanırım söylendiğinin aksine de açık değildi.
Ağaçlıklı yoldan sahile doğru yürüdüm, bir kez daha telefonla aradım. Ulaşılamıyor mesajı geldi. Canım sıkılmaya başlamıştı. Kendime kızıyordum adamı niye sinirlendirdin, ne vardı sutyensiz çıkacak, diye. Durduk yerde tatsızlık çıkarmıştım. İnsan ilişkilerini doğru yönetmeyi hiç bilmiyordum.
Hava erken kararıyordu. Deniz bulanık ve dalgalıydı. Uzun kumsalda kimse görünmüyordu. İskele sökülmüş, dalgalar almasın diye tüm şezlonglar toplanmıştı. Zaten dalgalar da nereyse bahçeye kadar geliyor, tüm kumsalı kaplıyordu.
Oturacak bir yer yoktu ama haritada kapalı görünmesine rağmen plajın sağ tarafındaki küçük kafeteryada sanki birileri oturuyordu. Bir umut oraya yöneldim. Bir yandan da Adem'i bulamazsam ne yapamam gerekir, diye düşünüyordum. Herhalde öncelikle otelin güvenlik görevlilerine haber vermeliydim. Belki de hırsla kalkıp önüne bakmadan yürüdüğü için başına bir kaza gelmişti. ayağını burkmuş, hatta kırmış olabilirdi. Bir çalının altında can acısıyla yatıyordu belki, hatta baygındı.
Kafeteryaya yakınlaştıkça orada oturuyor sandığım insanların birer hayal olduğunu sadece sandalyeler olduğunu gördüm. İyice umutsuzluğa kapılmak üzereydim ki plajla bahçeyi ayıran uzun beton duvarın üstünde birinin oturduğunu fark ettim.
Sevdiğim kaşlarını çatmış, gözlerini batan güne, dalgalı denize dikmiş, hülyalı bir halde bakıyordu. Dünyadan kopmuş gibiydi ve yanına yaklaştığımı da fark etmedi. Ben de ses etmedim, aksine ayak uçlarıma basarak yaklaştım. Hemen yanına iliştim. Başını hafifçe çevirip göz ucuyla bana baktı ama ses çıkarmadı. Sanırım hâlâ bana kızgındı.
İyice sokuldum. Benden taraftaki kolunu omzumdan attım, göğsüme bastırdım, iki elimle kavradım, başımı koynuna dayadım. Bir süre öylece durduk. Üşüyordum, bu nedenle de iyice sokulmuştum sevdiğime. Kucak kucağa gibiydik. Biraz daha kayıp iyice kucağına yerleştim.
Başımın arkasından saçlarımı koklarken "Çok güzelsin çook!" dedi. "Bir de bu kadar asi olmasan!"
İsteğini yerine getirdim der gibi ellerimin arasındaki elini göğsüme bastırdım. Sutyeni avucunda hissetmişti. Hafifçe sıkıp bunu belli etti, ama elini çekmedi. "Çok tatlısın!" diye fısıldarken yanağıma bir öpücük kondurdu. Ben de iyice girdim koynuna. Elimden gelse göğsünden içeri girip bedeninde kaybolmak isterdim. Yine kediliğim tutmuştu. Keyiften neredeyse "Mırrrrr!" diye ses çıkaracaktım.
Adem'in boynumda, çenemde, gıdığımda dolaşan küçük öpücükleri yanağımdan dudağıma yönelmiş, büyük ve ıslak bir öpücük halini almıştı. Başımı biraz çevirip aynı şekilde karşılık verirken ona döndüm, kucağına iyice yerleşip iki elimle ensesinden kavradım. Başını kendime çektim, gözlerimi kapayıp kendimi öpüşmenin hazzına bıraktım.
Soluksuz öpüşürken bir yandan da bir eliyle omuzlarımı, ensemi, diğeriyle çıplak bacağımı okşuyordu. Ben de bir kolumla belinden sarmış, diğeriyle de boynunu, omzunu okşuyordum. Yani havamız yerindeydi ve o sırada donsuzluğum aklıma gelse de elinin uyluğuma yönelmesine itiraz edecek halim yoktu. Sadece bacaklarımı sımsıkı kapalı tutmakla yetiniyordum ama o halde bu pek mümkün değildi. Zaten bu soluksuz öpüşme sürerse onların gevşemeyeceği konusunda da güvence veremezdim.
Öpüşü ıslak, elleri sıcacıktı. Bir eli şimdi sutyenimin üzerinde yoğurmakla meşguldü ve diğeri de eteğin altında sonuna kadar yol almış ve kalçama gelmişti. Bacaklarımın sımsıkı durmaya takati ise kalmamıştı. İçimdeki ateş çoktan kasıklarımı kavramış, onları gevşetmiş, her türlü dokunuşa hazır hale getirmişti.
Açık alandaydık ve her an biri gelebilirdi. O nedenle biraz tedirgindim. Kulağım seslerdeydi ve sanki birinin adımları bize doğru yaklaşıyormuş gibi gelmişti. "Biri geliyor!" diye fısıldadım öpüşmeye ara verip. Gerçekten de biri geliyordu. Kendisi ortada yoktu ama ayak sesleri gittikçe yakınlaşıyordu. Sanki suç işliyormuşuz gibi korkuyla Adem'in kucağından fırlamıştım.
İyi de etmişim. Güvenlik görevlisi dolaşıyormuş. Adam biraz arkamıztaki yürüme parkurundan yürüyüp gitti. Bize pek dikkat etmiş gibi bir hali yoktu. Kulağında cep telefonunu kulaklıkları vardı. Sanırım yüksek volümde müzik dinliyordu. Hem de heavy metal. Müziğin sesi kulaklıklara rağmen duyuluyordu. Zaten arada da bel hizasına dek yüksekçe bir set oluşturan bitkiler vardı. Dikkatli bakmadan göremezdi.
Adam geçip gittikten sonra Adem kolumdan tutup çekmiş, beni bacaklarının arasına almıştı. İki elimle yanaklarını avuçlayıp, dudaklarına doğru eğilmiştim. O da dudaklarını uzatıp bana karşılık verirken dizlerimin arkasından yukarı doğru okşamaya başlamıştı.
Çıplak kalçalarımı keşfetmesi uzun sürmedi. Onları sıvazladı, avuçladı. Bir eliyle avuçlamaya devam ederken diğeri kasığıma doğru yöneldi. Bir süre okşadıktan sonra öpmeye başladı. Artık hem öpüyor hem okşuyor, avuçluyordu. Böyle dokunulmak, öpülmek... Evet çok hoştu. Havanın soğukluğunu sıcak ellerinin dokunuşu ile gideriyor, içimi ısıtıyordu.
Bir elimle omuzundan tutup dengemi sağlarken diğer elimle Adem'e aynı şekilde pantolonunu üzerinden dokunmaya başlamıştım. Ellerimiz hızlanmış, kalçam aynı hızla karşılık vermeye başlamış ve nihayet dorukları bulmuştuk.
Artık onun da külot problemi vardı. Boşalınca önü tamamen ıslanmıştı. Söylediğine göre hayatında hiç donsuz kalmamış, sadece pantolonla dolaşmamıştı. Ama odaya dönüp külotunu yıkama teklifimi de reddedememişti. Öyle gezmesi mümkün değildi. Adem duşta belden aşağısını yıkarken ben de küvette külotunu yıkayıp kaloriferin üzerine benimkilerin yanına asmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Her Şey Dahil (Tamamlandı)
Ficción GeneralÜniversiteli bir genç kızla evli bir adam Tumblr'da tanışırlar... Sonrası aşk mıdır? Yoksa büyük bir hüzün mü? Hayat onları "Her şey dahil" bir otele atınca, tüm soruların cevapları ortaya çıkar. YAŞANMIŞ BİR HİKAYE. ABARTMADAN, DEĞİŞTİRMEDEN HER Ş...