ONCELİKLE BU FİKİR AKLİMA NERDEN GELDİ SORGULAMAYİN
BUNU BEN YAZMADİM CHATGPT YAZDİ SACMA SEYLER GORURSENİZ SORUMLUSU GOOGLE PLAY STOREDUR SONEA BANA SOVMEYİNİZ!!!!!!
bu arada ilk bolume gore biraz hızlı ilerlemisler sanki ama anlayamadim😛Kerem, yağmurun cama vuran monoton sesini dinlerken, İstanbul’un soğuk bir sonbahar akşamında kendini yine yalnız hissediyordu. Dışarıda, kalabalığın koşturmacası sürerken, onun hayatı bir süredir duraklama evresindeydi. Kitaplarla, kahve fincanlarıyla ve yalnızlıkla dolu günler ardı ardına ekleniyor, her yeni gün bir öncekinden farksız oluyordu. İçindeki boşluk ise giderek büyüyordu.
Ellerini ısıtmak için bir fincan kahve alıp pencereden dışarı bakarken, telefonundaki mesaj sesiyle irkildi. “Bunu kimse aramaz ki,” diye düşünerek telefona uzandı. Mesajı gönderen, uzun zamandır görmediği lise arkadaşı Altay’dı.
Altay, lise yıllarında okulun popüler çocuklarından biriydi. Sınıfın ortasında güvenle yürüyen, konuşmasıyla insanları etkileyen biriydi. O zamanlar Kerem, Altay’a hayranlık duyduğu halde bu hislerini hep içine gömmüştü. Altay ise dışa dönük, her zaman insanların dikkatini çeken biriydi. İkilinin yolları üniversite sonrası ayrılmış, Kerem şehirde kalıp kitapçıda çalışmaya başlamış, Altay ise iş seyahatleriyle ülkenin farklı yerlerine gitmişti. O zamandan beri sadece birkaç kez mesajlaşmışlardı.
Altay’dan gelen mesaj, Kerem’in kalp atışlarını hızlandırdı:
“İstanbul’a geldim. Bir kahve içmeye ne dersin?”
Kerem, mesajı okurken bir an duraksadı. İçindeki tereddütle birlikte bir heyecan dalgası hissetti. Altay’ın ona bu kadar uzun süre sonra yazması garip gelmişti, ama aynı zamanda onu görmek istemekten kendini alamıyordu. Altay’ın yanında kendini her zaman huzursuz hissetmişti. Onun özgüveni, gülümsemesi, Kerem’in içinde bir karmaşa yaratıyordu, ama bu karmaşanın altında yatan derin bir arzu vardı.
Ellerini titreyen bir şekilde klavyeye götürdü ve hızlıca cevap yazdı.
“Tabii, ne zaman ve nerede?”
Altay’dan kısa sürede cevap geldi: “Yarın akşam saat 7, Taksim’de yeni bir kafeye gideceğim. Orada buluşalım mı?”
Kerem, cevabı hızlıca onayladı ve telefonu kenara koydu. İçinde beliren heyecan dalgası yerini hafif bir endişeye bıraktı. Altay’la buluşmak, yıllar sonra onu yeniden görmek, eski hisleri yüzeye çıkartacak mıydı? Ya da bu sadece arkadaşça bir buluşma mı olacaktı?
Ertesi gün, akşam saat 7’ye yaklaştığında Kerem, Taksim’in kalabalık sokaklarında yürüyordu. Ellerini ceplerine sokmuş, kafeye doğru adım adım ilerlerken kalbinin hızla attığını fark etti. Kafenin önüne geldiğinde, dışarıdaki sandalyelerde oturan insanlara göz gezdirdi. Altay henüz gelmemişti. Rahatlamak için derin bir nefes aldı ve içeri girdi.
Bir masa seçip oturdu, elleriyle masanın kenarını kavradı. Gözleri kapıda, Altay’ı beklemeye başladı. Dakikalar yavaş ilerliyordu sanki, her geçen saniye ona daha uzun geliyordu. Tam o sırada kapıdan içeri giren Altay’ı gördü. Uzun boyu, geniş omuzları ve o kendine güvenen tavrıyla hemen dikkat çekiyordu. Kerem, boğazında bir düğüm hissederek ayağa kalktı.
Altay gülümsedi ve elini uzattı. “Kerem! Seni görmek ne güzel.”
Kerem hafifçe gülümsedi, elini sıkarken Altay’ın sıcaklığını hissetti. “Seni de görmek güzel,” dedi. “Uzun zaman oldu.”
Altay otururken gözleri Kerem’in üzerinde gezindi. “Nasıl gidiyor? Neler yapıyorsun?”
Kerem, her zamanki gibi sıradan bir ses tonuyla, “Aynı işte,” dedi. “Kitapçıda çalışıyorum. Pek değişen bir şey yok.”
Altay başını salladı. “Bende de işler yoğun. İş seyahatleri falan derken İstanbul’a pek gelemedim. Ama şimdi buradayım ve seni görmek istedim.”
Bu cümle Kerem’in içinde bir sıcaklık yarattı, ama aynı zamanda bir huzursuzluk. “Beni mi görmek istedin?” diye düşündü. Altay’ın kendisine özel bir ilgi göstermesi, geçmişte hissettiği karmaşık duyguları yeniden su yüzüne çıkarıyordu.
İkili, sohbet ederken yılların nasıl geçtiğinden, işlerinden ve hayatlarından bahsettiler. Ancak Kerem’in aklında hep başka bir soru vardı: Altay onu neden görmek istemişti? Altay’ın gözlerindeki o bakış, eskisinden daha farklı mıydı, yoksa Kerem mi her şeye fazla anlam yüklüyordu?
Zaman ilerledikçe, Altay’ın rahat tavırları Kerem’in gerginliğini biraz hafifletmişti. Ancak bir anda Altay, konuşmayı daha kişisel bir yere taşıdı.
“Biliyor musun, lise yıllarında sana karşı hep farklı bir şeyler hissettim,” dedi Altay, sesi biraz daha alçalmıştı. Kerem’in kalbi aniden hızlandı, gözleri büyüdü. Ne diyeceğini bilemedi.
Altay, devam etti: “Bunu daha önce söylemedim. Çünkü tam olarak ne olduğunu anlamıyordum, ama hep bir şey vardı. Seninle birlikteyken kendimi farklı hissediyordum.”
Kerem’in içi adeta titredi. O an, Altay’ın gözlerinde bir samimiyet gördü. Bu, beklemediği ama hep içinde bir yerlerde hayalini kurduğu bir andı. Dudakları titreyerek, “Ben de...” dedi sessizce. “Ben de sana karşı hep bir şeyler hissettim, ama bunu söylemeye cesaret edemedim.”
Altay, yavaşça elini Kerem’in eline koydu. “Şimdi buradayız,” dedi. “Belki de artık saklamaya gerek yoktur.”
O an, kafenin gürültüsü, dışarıdaki hayatın karmaşası, Kerem’in zihninden silindi. Sadece ikisi vardı, bir masanın iki ucunda, yılların birikimiyle birbirine dokunmaya çalışan iki kalp.
Bir şeyler başlıyordu, ama bu başlangıcın nereye varacağını ikisi de henüz bilmiyordu.