bi serefsizlik yapip kaos cikartmasini istedim hahwhwhahahahaha😈😈😈😈👏🏿😈👏🏿😈👏🏿😈👏🏿🙏🏿👏🏿🙏🏿👏🏿🙏🏿👏🏿🙏🏿👏🏿🙏🏿👏🏿🙏🏿👏🏿🙏🏿👏🏿
Kerem, Altay’la geçirdiği birkaç saatten sonra evine doğru yürürken, aklında Altay’ın sözleri dönüp duruyordu. “Sen hep dikkatimi çektin.” Bu cümle, Kerem’in zihninde yankılanmaya devam ediyordu. Onun gibi güçlü, özgüvenli bir adamın dikkatini çekmek… Kerem için bu büyük bir şeydi. Ama bu durum, aynı zamanda büyük bir kafa karışıklığını da beraberinde getiriyordu.
Kaldırım taşlarına dikkat etmeden yürürken, bir an dengesini kaybedip neredeyse sendeledi. Gece yarısına doğru sokaklar sakinleşmişti, sadece birkaç kişi hızlıca yanından geçiyordu. Kerem, Altay’ı düşünmeye devam ederken farkında olmadan ara sokaklardan birine sapmıştı. Kafası tamamen Altay ile olan bu tuhaf ilişkinin nereye evrileceği üzerineydi.
Altay’ın yakınlığı… Onun güçlü kollarının omzuna dokunması, kelimelerindeki rahatlık, bu ilgisiz gibi görünen şefkat, Kerem’i hem mutlu ediyor hem de korkutuyordu. Bir yandan aralarındaki bu tuhaf oyun hoşuna gidiyordu, ama diğer yandan Altay’ın onu sürekli zor durumda bırakması ve utandırması, sınırlarını zorluyordu.
Kerem, düşüncelere dalmışken birden arkasından gelen bir sesle irkildi. Dar bir sokakta yürüyordu ve arkada adımların hızlandığını duydu. Kafasını çevirdiğinde iki genç adamın ona doğru yaklaştığını gördü. Bir an için kalbi hızla çarpmaya başladı. O an ne yapacağını bilemedi, ama sokak tenha olduğu için hızla yürümeye başladı.
Ancak adamlar da hızlanmıştı. Kerem bir an için korkunun etkisiyle adımlarını hızlandırmaya çalıştı, ama çok geçmeden biri ona çarptı. Dengesini kaybedip yere düştü, dizinden bir acı fırladı. O an her şey çok hızlı gelişmişti; biri cebine uzanıyordu, diğeri ise etrafı kolluyordu. Kerem’in kafası karışmış, paniklemişti.
“Ver şu çantanı!” diye hırladı biri, elini Kerem’in cebine uzatırken.
Kerem, ne yapacağını bilemedi, boğazı kurumuştu. O an için sesini bile çıkaramadı, sadece korkuyla çantasına sarıldı. Panik içinde kendini savunmaya çalıştı, ama adamlar çok güçlüydü. Bir tanesi onu sertçe yere bastırırken, diğeri çantasını çekiştiriyordu. Tam o sırada uzaktan gelen tanıdık bir ses duyuldu:
“Ne yapıyorsunuz orada?!”
Kerem, başını çevirdiğinde Altay’ı gördü. Altay, birkaç metre ötede, hızlı adımlarla onlara doğru geliyordu. Kıvırcık saçları ve heybetli vücuduyla bir gölge gibi yaklaşan Altay’ın sesi sert ve öfkeliydi. Saldırganlar, Altay’ın geldiğini görünce duraksadılar, sonra çabucak kaçmaya başladılar.
Altay hızla Kerem’in yanına çömeldi. Kerem hâlâ yerdeydi, dizinden kan sızıyordu ve nefesi düzensizdi. Gözlerinde korku ve şaşkınlık vardı.
“Kerem, iyi misin?” diye sordu Altay, sesi daha yumuşak bir tona bürünmüştü. Ellerini nazikçe Kerem’in omuzlarına koyarak ona destek oldu. Kerem acıyla yüzünü buruştururken Altay onu yavaşça kaldırdı.
Kerem nefes nefese kalmıştı, gözleri dolmuştu ama ağlamamak için kendini tutuyordu. “B-ben iyiyim,” dedi titrek bir sesle. Ama Altay, onun gerçekten iyi olmadığını anlamıştı. Kerem’in dizinden kan sızıyordu, ve yüzünde korkunun izleri hala duruyordu.
Altay, Kerem’in çantasını alıp ona geri verdi. “Bunu kaybetmek istemezsin,” dedi, bir yandan da Kerem’in üzerine düşen tozları ve kiri temizlemeye çalışıyordu. Ancak gözlerindeki endişe belliydi. “Seni takip ettiğim için şanslısın. Nereye gittiğini fark edince peşine takıldım,” diye ekledi Altay, sesi sakin ama içten içe sinirliydi.
Kerem, Altay’ın ona nasıl yetiştiğini anlayamamıştı. “Takip mi ettin beni?” diye sordu hafif bir şaşkınlıkla.
Altay kaşlarını kaldırdı. “Sana bir zarar gelecek diye hissettim. Hep bu kadar dalgın mısın? Birinin seni koruması lazım,” dedi, sesi alaycı ama içinde hafif bir şefkat tonu taşıyordu.
Kerem hafifçe gülümsedi ama dizindeki acı yüzünden hemen toparlanıp ciddileşti. Altay’ın onu her zaman olduğu gibi rahatlatmaya çalıştığını biliyordu. Ama bu sefer farklıydı. Gerçek bir tehlike atlatmışlardı ve Altay, onun yardımına koşmuştu.
Altay, Kerem’in üzerine eğilerek ona baktı. “Dizine bakmamız lazım,” dedi ciddi bir ses tonuyla. “Bu şekilde yürüyemezsin. Seni bir yere oturtayım.”
Kerem, Altay’ın güçlü ellerinin onu kavradığını hissetti. Altay onu fazla zorlamadan, yavaşça ayağa kaldırdı ve bir bankın üzerine oturttu. Kerem, Altay’ın bu kadar ciddi ve koruyucu olduğunu nadiren görürdü. Genelde şaka yapar, onu kızdırır ve oyun oynardı. Ama şimdi, Altay’ın gözlerinde endişe ve özen vardı.
“Beni kurtardın,” dedi Kerem, hâlâ biraz şaşkın bir sesle. Altay’a baktı, bu kadar yakın hissetmek onun için tuhaftı. İçinde bir sıcaklık belirdi, ama bu sefer farklıydı. Altay’ın bu sert ve koruyucu hali, Kerem’i etkiliyordu.
Altay başını salladı, “Kurtarmak falan değildi, sadece o herifleri korkuttum. Hem, sen her zaman başına bir şeyler getirecek kadar dalgınsın. Bunu biliyordum.” Yine hafifçe gülümsedi, ama gözlerindeki şefkat kaybolmamıştı.
Kerem, Altay’ın gözlerine baktı. Kalbi hızlanmıştı, ama bu sefer korkudan değil. Altay’ın bu kadar yakın olması, ona olan ilgisini bu şekilde belli etmesi… Her şey Kerem’i biraz daha derine çekiyordu.
Altay yavaşça elini Kerem’in omzuna koydu. “Hadi, seni eve götüreyim. Bu gece yalnız kalmanı istemiyorum,” dedi, sesi biraz daha yumuşaktı. “Hem, dizine de bakmamız lazım.”
Kerem, Altay’ın bu kadar ciddileştiğini gördüğünde bir an tereddüt etti, ama sonunda başını salladı. “Tamam,” dedi sessizce.
Altay, Kerem’e yardım ederek onu yavaşça ayağa kaldırdı. Kerem’in dizindeki acı hafif de olsa hala canını yakıyordu, ama Altay’ın yanında olması ona güven veriyordu. Altay, Kerem’in koluna sarılarak ona destek oldu, ve birlikte yavaşça yürümeye başladılar. Altay, aralarındaki mesafeyi kapatmaya başlamıştı. Ancak bu sefer, bir oyun değil, gerçek bir yakınlık vardı.
Kerem, Altay’ın yanında yürürken, aralarındaki bu yeni hislerin giderek daha da derinleştiğini hissediyordu. Ama her şeyin bu kadar kolay olmayacağını da biliyordu. Çünkü Altay, onu her zaman şaşırtmayı başarmıştı.